Toplum, akıl almaz bir bölünme süreci yaşıyor.

Birlik içinde çalışması gereken kurumsal yapılar ve kuruluşlar bölünüyor ve giderek etkinliklerini yitiriyor. Kurumlar gibi, yıllarca çok yakın görüşleri savunan ve kamuoyunda etkili olan kişiler de birdenbire birbirine düşman kesiliyor.

Sonuçta, ortaya bölünmüşlerden oluşan bir toplum çıkıyor. Daha doğrusu, toplum aşırı bölünmüşlüğün yıkıcı sonuçlarını yaşıyor.


AKP İLE GELEN: BÜYÜK BÖLÜNMÜŞLÜK

“Böl ve Yönet”, siyasetin Eski Roma’dan kalma bölenler için “altın”sayılan kurallarından biridir. Böl ve yönet kuralı yalnızca ülkeler arası ilişkilerde, güçlünün güçsüze uyguladığı bir yaklaşım değildir. Bir ülkenin içinde de, kurumlar ve kişiler için çok yaygın bir biçimde geçerli oluyor.

AKP-MHP iktidarı, ihalelerden kamuda işe alımlara, belediyelerden kitle örgütlerine dek hemen her konuda ve sürekli olarak “kendisinden olmayanı dışlayıcı” bir tutum sergiliyor. Bununla da kalmıyor, kendisini eleştirenleri suçlamaktan da bir türlü vazgeçmiyor; onları “terörist, hain ve düşman” saymakta ısrar ediyor. Elindeki, güvenlik, yargı ve basın yayın güçlerini bu amaçla kullanıyor. İktidarın eliyle, “büyük bölünmüşlük” diyebileceğimiz bir süreç, yoğun olarak dek, yaşanıyor. O kadar ki geçen gün Danıştay’ın 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi gibi çok açık bir hukuk olayında bile iki karşı oya karşı üç üyenin oylarıyla, bölünerek, iktidarın isteğini onaylıyor.

Büyük bölünmüşlük, doğrudan ya da dolaylı olarak, diğer bölünmüşlüklere kaynaklık ediyor.

“KÜÇÜK” BÖLÜNMÜŞLÜKLER

Son yıllarda, iktidardaki AKP’den “iki parti”; CHP’den de “üç parti” doğdu. Ülkenin en büyük iki partisi bölünerek çoğaldılar.

Kuşkusuz her bölünme bir sonuçtur; belli etkenler nedeniyle oluşur. AKP’den ayrılanların kurduğu iki partinin, ülke siyasetinin merkez sağında, ayrıca orada güçlenmekte olan İYİ Parti varken, yerlerinin nasıl açıklık kazanacağı belirsizliğini koruyor.

CHP’den ayrılanların oluşturduğu üç partinin, hele de CHP’nin oluşturduğu kimliksizlik tarlasında nasıl kimlik kazanacakları ve büyüyecekleri de bir türlü açıklık kazanamıyor.

Gerek AKP’den gerekse CHP’den ayrılanların oluşturduğu partilerin “kimliğini” değil sıradan seçmenin, değme siyaset bilimcinin de kolayca açıklayabileceğini sanmıyorum.

Bölünme, elbette, siyasetle sınırlı kalmıyor.

Cumhuriyet’in kuruluş değerlerine, İstanbul Sözleşmesi’ne ve kadın haklarına açıkça sahip çıkan; bundan tam on yıl önce 3 Temmuz kumpas saldırısını yaşayan, o günlerdeki başkanı ve kimi yöneticileri FETÖ bağlamında hapsedilen ve sonrasında tamamıyla aklanan Fenerbahçe Spor Kulübü-FB geçen hafta bölünmüşlük görüntüsüyle kamuoyunun gündemine geldi. Az değil, 21 yıl Kulübe Başkanlık yapmış olan Aziz Yıldırım ile son üç yılda kulübü yöneten ve geçtiğimiz günlerde yeniden Başkanlığa seçilen Ali Koç arasında karşılıklı suçlamalar yaşandı. O kadar ki iki başkan Can Bartu’nun heykelinin açılışını birlikte yapmadılar. Nedeni ne olursa olsun, ne genel olarak toplum, ne de de sarı-lacivert renklere gönül vermiş milyonlarca FB taraftarı bu bölünmeyi hiç ama hiç hak etmiyorlar.

Son olarak, yine, Cumhuriyet’in değerlerini savunan güçlü kalemleriyle bilinen iki seçkin gazeteci, Uğur Dündar ile Yılmaz Özdil, kamuoyunun önünde, içeriği yeterince anlaşılmayan nedenlerle, birbirlerini çok ağır bir biçimde suçladı. FB olayında olduğu gibi, burada da kimin haklı-kimin haksız olduğu değil, olayın kendisi yanlış. Günler sonra barıştıklarını açıklamış olmaları, neyi düzeltir?

Sonuçta, sürekli bölünmeler, toplumun büyük bölümü için amip çağrışımı yaptırıyor. Amip tanımı şöyle:

amipler takımından, tatlı ve tuzlu sularda yaşayan, bölünme yoluyla çoğalan, vücudunun biçim değiştirmesiyle oluşan geçici kolları ya da ayakları ile sürünerek yer değiştiren tekhücreli bir canlı. Bu bilimsel tanımdaki “tatlı ve tuzlu” sözcüklerine “salyalı ya da müsülajlı” diye ekleme yapmanız gerekiyor.
AKP iktidarı ve onun ana muhalefeti kına yaksınlar, oluşturdukları ortamda, hızla, bir amip toplumu oluşuyor.