Bir bomba daha patladı, bir katliam daha yaşandı. Bu kez terörün hedefinde çarşı iznine çıkan silahsız, savunmasız erler vardı.

Bir başka bombalı terör saldırısında yitirdiğimiz Onat Kutlar’ın dizeleriyle “kışlaların bir siyah bir beyaz düzenine güleç bir dağınıklık getiren askerlik anıları” yerini onulmaz bir acıya bıraktı.

Mütevazı asker harçlıkları harcanamadı. Özlemle beklenen “şafak” yerini soğuk musalla taşlarına bıraktı.

Katledilen erlerin fukara evlerine bayraklar asıldı yine. Yıllardır hep yoksul şehit evlerine asılıyor bayraklar.

Ateş düştüğü yeri yaktı. Hiçbir tesellisi olmayan bir acıyla kavruldu analar, babalar, kardeşler. Başka bir acıya benzemez evlat acısı, kardeş acısı.

Herkes kendi hayatına dönecek ama analar, babalar, kardeşler ömür boyu o acıyla yaşamaya devam edecek.

1970’lerin o karanlık, şiddet ve terör günlerinde gencecik oğlu arkadan vurularak öldürülen babanın sorusundadır o acı: “Sen hiç oğul emzirdin mi kör kurşun?”

Suruç’ta, Ankara Garı’nda, Güvenpark’ta Dolmabahçe’de Kayseri’de patlayan bombalar ve yaşanan vahşet arasında fark yok.

Kim yaparsa yapsın, amacı ne olursa olsun eşyayı adıyla çağırmak lazım: Terör terördür. Terör insanlık suçudur. Terör eylemi failleri de terör örgütü!

Amasız, fakatsız, tereddütsüz; bombaları, terörü lanetlemek ve hayatı savunmak şart.

Patlayan her bomba, her terör eylemi sadece ölüm, kan ve gözyaşı saçmakla kalmıyor.

Patlayan her bomba köprüleri yıkıyor ve yeni duvarlar örüyor.

Patlayan her bomba memleketi uçuruma biraz daha yaklaştırıyor.

Patlayan her bomba korkuyu, galeyanı ve linç duygusunu tetikliyor.

Bombaların arkasına saklanan vahşet ile kalabalıkların içine saklanmış vahşet buluşuyor. Her intikam bir başka intikamı tetikliyor.

Gandi’nin dediği gibi: “Göze göz, dişe diş düşüncesi bütün dünyayı kör ediyor...”

Her terör eylemi özgürlüklerin biraz daha kısılmasına, hukukun yok olmasına yol açıyor.

Patlayan her bomba bir haksızlığın daha üstünü örtüyor, hakları ve özgürlükleri savunmayı biraz daha zorlaştırıyor.

Terör tırmandıkça söz söylenemez oluyor. Bombaların sesi yükseldikçe vicdanların sesi duyulmaz oluyor.

Terörün sesi işçilerin sesini kısıyor. Patlayan her bomba iş cinayetlerinde ölen işçiler gerçeğini biraz daha örtüyor.

“Alışmayacağız” diyoruz ama terörle, şiddetle yaşamaya alışıyoruz. Ateş düştüğü yeri yakıyor ve bir sonraki katliama kadar normal hayata dönüyoruz.

Terörü önlemekle yükümlü olanlar, yurttaşların yaşam güvencesini sağlamak zorunda olanlar “daha çok şehit” diyebiliyor.

Patlayan her bomba hukuk devletinin ve insan haklarının altını biraz daha oyuyor. Terörü önlemek adına, insan hakları ve hukuk devleti tahrip edilirse asıl o zaman bombalar kazanmış olur.

Uçurumun kıyısındaki memlekete sahip çıkmak için, terörü amasız fakatsız lanetlemek, demokrasiyi ve hukuk devletini amasız fakatsız savunmak lazım.

Bombalar köprüleri yıkar yeni duvarlar örer. Henüz vakit varken, bombalara ve teröre inat, köprüler kurmak lazım!

Hamasetin değil, metanetin, basiretin ve ferasetin zamanıdır. Ve cesaretin zamanıdır. Gandi’nin sözünü ettiği yerden beslenen cesaretin zamanı:

“Şiddet karşıtlığının ürettiği güç kesinlikle insan yeteneğinin icat ettiği tüm silahların gücünden üstündür.”