İktidarın, halkın sorunlarını gündeme taşımak ve çözüm üretmek yerine kendi gündemini halka dayattığı bir siyasi sıkışıklığın içerisine gömüldükçe gömülüyoruz. Bu sıkışmayı var eden, iktidar ve ortağının kendi siyasi geleceklerinin hesabı üzerinden yürüttükleri kimlik siyaseti ve yerlilik - millilik kantarında tüm halkı ölçüp biçme tekelciliği… Kayyum atamaları, siyasi tutuklamalar, sırf görevlerini yaptıkları için hapsedilen gazeteciler iktidarın kendi bekası uğruna toplumsal muhalefeti susturma kararlılığının göstergeleri.

Parti devleti, parti yararını gözetecek ekonomik adımları da aynı kararlılıkla atıyor. Atılan tüm adımlar halkın değil yandaşın, Türkiye’nin değil kendi iktidarlarının yararını gözetiyor. Bu hafta TBMM’ye getirilen torba yasa, Merkez Bankası’nın ‘müjdelediği’ yeni krediler halkın yaşadığı krizden korunmasını değil parti devletinin sahibi olan partinin ve yandaşlarının yararını her şeyin önüne koyuyor.

Halk uzun süredir ağır bir işsizlik yükü ve borç kaygısı altında eziliyor. Ve iktidar halka gelir güvencesi yerine yeni borçlar vaat ediyor. Kredi diye müjdelenen her adımın yeni borçlar olduğunu unutturan reklamvari siyasi kampanyaların gizlediği gerçek bu: İktidarın halka vaadi yeni borçlar!

Bu aşırı borçluluk dayatması parti devletine giden yolun yapıtaşlarından birisi. Borcu geri ödeyebilme kaygısının aktif yurttaşlık tercihlerini gölgelemesi ve aşırı finansallaşmanın doğurduğu eşitsizlikler tüm dünyada neoliberalizmin demokrasiyi öldürmesinin zemini oldu. Türkiye’de de durum farklı olmadı. Şimdi de bu düzenin ortaya çıkarttığı çok boyutlu krize çare olarak halka yeni borç vaat eden düzen kendisini yeniden üretiyor. Yani, halk açısından bu müjdelerin birinci yanlışı borç batağını derinleştirecek olması.

İktidarın halka müjdesi “kamu bankalarının konut, taşıt, tatil ve sosyal hayat” için verecekleri yeni borçlar. Oysa halkın yeni borçlara değil iş ve gelir güvencesine ihtiyacı var. Halkın doğrudan gelir desteğine ihtiyacı var ve bu istenirse yapılabilir. Bu iktidarın istemediği ise açık… İktidarın tercihi kendi bekası için ihtiyacı daha çok borç dayatmak, gelir desteği vererek halkın ekonomik özgürleşmesinin ilk adımlarını atmak değil!

Üstelik amacı kredi vererek kâr elde etmek olan bankalar dahi, bu koşullarda kredi vermek istemezken bu tercih dayatılıyor. Halkın boğazından lokma geçebilmesi için borç almaktan başka şansı yok, bir yandan da borcu vererek kâr elde ettiği için bundan faydalanmasını bekleyeceğimiz bankaların da borç verme iştahı dahi yok! İktidar bu iştahı sağlayacak olan koşullara kafa yormak yerine bankalara zorla kredi verdirmek için ceza mekanizmaları tasarlamanın peşine düşmüş. ‘’Aktif rasyo’’ adı altında özel sektöre veya Hazine’ye yeni kredi vermeyen bankaları cezalandırma mekanizması, bir yanıyla da BDDK’nın uluslararası BASEL kriterleri yerine yerli ve milli rasyo kriter arayışıyla ekonomiyi içe kapatan zihniyetin öncüsü olduğunun da göstergesi. Bunu yapan BDDK’nın kuruluş amacının finansal piyasaların aşırı risk alarak halkın omzuna ekonomik yükler yaratmasını engelleyici düzenleyici ve denetleyici rolü olduğunu da hatırlayalım! Şimdi BDDK bu görevini bir kenara atıp risk almaktan kaçınan bankaları risk almadıkları için cezalandırıcı bir konuma geçiyor.

Kredi vermeye zorlanan bankaların bundan kaçınmak için ya mevduat toplamak yerine dışardan borçlanmaya yöneleceği, ya da krediyi ekonominin ihtiyacı olduğu için değil siyasi baskıyla vereceği ve dolayısı ile de batık kredi riskinin artacağı gerçeği açık. Bu da uygulanan politikaların halk açısından ikinci yanlışını ortaya çıkartıyor; kurumsal çöküş ve dünyadan kopuş batık kredilerle, mevduattan kaçışla ve artan finansal maliyetlerle halkın cebindeki deliği büyütecek.

Halk için ortaya çıkan ekonomik maliyet bu hafta TBMM’ye getirilen torba yasada da çok açık. Özel bankalara aktif rasyo ile dayatılan kredi baskısı kamu bankalarında görev zararı pahasına dayatılıyor. Kamu bankalarının vereceği krediler için sermaye ihtiyacı ise Hazine’nin borçlanması ile giderilecek. Yani, kamu bankası görev zararı yapacak, Hazine borçlanacak, hem almaya mahkum edildiği kredilerin yükünü hem de Hazine borçlanmasının ortaya çıkartacağı vergi yükünü de halk üstlenecek! Halk açısından sonuç belli: Daha çok borç, daha çok vergi!

Üstelik bu yeni borçların hiç kamu yararı gözetmeyeceği, dağıtımında tek kaygının devleti ele geçirmiş olan partinin siyasi faydasına olacağı da çok açık. Bu nedenle kamu bankaları ve Merkez Bankası üzerinden yürütülen ekonomi politikaları makroekonomik olarak da sosyal olarak da yanlış… Bu nedenle birçok ülkenin, ekonomiyi diriltmek için yaptığı gibi “para basmak”, parti devletinde basılan paranın nerede, nasıl ve kim için kullanılacağının hesabı verilmeyeceği için bir seçenek olamıyor.

İktidar ve ortakları sadece siyasal değil, sosyal ve ekonomik özgürlükleri de yok ederek ülkenin nefesini kesmekte ısrarcılar. Topyekûn bir düzen dayatmasını kararlılıkla yürütüyorlar. Tam da bu nedenle iktidarın karşısına konacak toplumsal muhalefet mücadelesinin de topyekun bir düzen itirazında ve alternatifinde direnmesi gerekiyor! Siyaset ekonomiden, ekonomi laiklikten, laiklik hukuktan, hukuk basın özgürlüğünden bağımsız değil. Sadece bu bütüncüllüğü gözeten bir alternatif Türkiye’nin aydınlık yarınlarının çaresi olacak.