Türkiye, dış borç büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Bu işin elbet sonu olur fakat o zaman borçların yurttaşlara havale edildiğini görürsek de şaşırmayalım

Borç çok, gelir yok

Türkiye, 2002 yılından bu yana hızlı bir büyüme grafiğine, yüzde 5,7 gibi bir ortalamaya sahip. 2002 yılından bugüne dek bu grafik inişli çıkışlı oldu, ülke ekonomisi yüzde 9’lara varan büyüme rakamlarını bile test etti. Fakat işsizliği ve enflasyonu hep büyümenin üzerinde yaşadı.


Ekonomik büyüme rakamı, hem ekonomi hem de siyaset gündemi için oldukça önemli bir veri. Sık sık yüzde kaç büyüdüğümüzle gururlanan söylemlerle karşılaşıyoruz. Ne var ki yüzde kaç değil nasıl büyüdüğümüz konusunda konuşulanlar gündemin arka sıralarında kalıyor. Oysa bugün tek başına işsizliğe bakmak bile büyümenin çok da hayırlı olmadığını anlamak için yeterlidir.

Nasıl büyüdüğümüz meselesinde en önemli konulardan birisi de borçtur. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu muazzam kredi genişlemesi, büyümenin nasıl yaratıldığı konusunda fikir verir. Aynı zamanda bu borçların nerelerde harcandığı yani ülke ekonomisinde nerelere akıtıldığı konusu da büyümenin niteliğine, ekonominin yapısına dikkat çeker. Borçla ilgili detaylara bakmadan önce, Etiyopya’nın da yüzde 9,5 büyüdüğünü hatırlatmakta fayda var. Yani günün sonunda ne kadar değil, nasıl büyüdüğünüz önemli.

Tarihi kredi genişlemesi
Türkiye’de dış borç toplamı 2002’den bugüne yüzde 218 büyüme yaşadı. Yani hemen hemen üç katı kadar döviz cinsinden daha fazla borçlandı. Bugün toplam dış borçların yüzde 53’ü dolar üzerinden, yüzde 32’si avro üzerinden yapılıyor. Döviz borcunun çapı genişlerken, dolar ve avro kurlarının yükselmesi ile Türkiye’ye borçların maliyetinin de arttığını görebiliyoruz. Örneğin 2005 yılında 1 ABD doları 1,35 TL iken, 2017’de 3,50 seviyelerine ulaşmış. Yani şu anlama geliyor, eğer 1000 dolar borcunuz varsa, 2005 yılından bu yana bu borç zaten durduğu yerde 3 katı daha maliyetli hale gelmiş. Bir de bu 2005’teki 1000 dolar borcun 2017’de üzerine eklenerek 1440’ye yaklaştığını düşünün. Hem maliyetten, hem şişkinlikten borç kamburunun iyice ağırlaştığı ortada.

Türkiye, dış borç büyüklüğü bakımından dünya ülkeleri içinde Çin’den sonra ikinci sırada yer alıyor. Çin hızlı büyüyor, üretim yapıyor, yatırımları yüksek. Dolayısıyla dış borç mekanizmasına oldukça sık başvuruyor. Yani bir yandan yüksek oranda borçlanıyor fakat bir o kadar da döviz geliri yaratıyor. Peki Türkiye?

Türkiye’de döviz borcunun kompozisyonundaki değişim önemli. 2002 yılında kamu, toplam dış borcun yüzde 50’sini oluştururken, özel sektör yüzde 33’ünü oluşturuyordu. Bugün ise özel sektör toplam borcun yüzde 70’ini oluştururken, kamu yüzde 30’unu oluşturuyor. Özel kesim arasında da finans dışı kesimin yüklendiği borç göze çarpıyor. 2017’nin ilk çeyreğinde özel kesimin toplam dış borçlarının yüzde 48’si finans-dışı kesime ait.

Borcun maliyeti katlanıyor
Çin ile mukayese edilebilir büyüklükte dış borcu olan bir ülkeden her şeyden önce aynı değerde bir döviz geliri yaratması beklenir. Eğer borcunu iyi değerlendiremiyor, gelir elde edemiyorsa, giderlerini karşılamak için yeniden borçlanmaktan başka çaresi yok demektir. Borcunu borçla kapatıyorsa şayet, örneğin bir şirket için düşünelim, her aldığı ilave borcu daha yüksek faiz maliyetinden ödemek durumunda kalacaktır. Üzerine bir de kur maliyetini ekleyin. Bu, üretim maliyetlerinde hızlı artış ve dolayısıyla diğer giderlerden kısma ihtiyacının arttığı anlamına gelir. Şirket, işçi çıkarmaya ve ödemeleri azaltmaya başlar. Bunu genel olarak düşünürsek, ülkede işsizlik artar. İşte Türkiye’de de yaşanan bu hikayedir.


borc-cok-gelir-yok-326590-1.
Bu hikâyeye ilaveten, Türkiye’de dolar ve avro kurlarındaki hızlı artış sonucu borç riski artan şirketlere, kamunun garantisiyle krediler açılması, teşvik ve vergilerle kaynak sağlanmasını da ekleyin. Kısa vadeli bu çözümlerin etkisi de silinince ortada yine aynı senaryo kalıyor: “Borç çok gelir yok”. Çünkü İSO 500 raporundan da görüleceği gibi şirketler aldıkları borçları finansman giderlerine harcıyorlar. Sermaye büyümesinde, yatırımlarda yani istihdam ve üretim yaratacak alanlarda bu kaynaklar kullanılmıyor. Dolayısıyla dış açıktaki tırmanış durdurulamıyor.

Bu işin elbette bir sonu olur, fakat o son noktaya gelindiğinde bu borçlu şirketlerin borçlarının bir nevi kamulaştırıldığı, kamuya yani vatandaşa havale edildiğini görürsek de şaşırmayalım.