Biden yönetimi ve Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisi’nde borç krizi yaşanıyor. Federal borç tavana ulaştı. Yaşananlar, Amerikan kapitalizminin geldiği hazin durumun tezahürü. Milyarderlerin serveti günde 2,7 milyar dolar artarken 1,7 milyar işçinin maaşı ise enflasyon oranında dahi artmıyor.

Borç krizinin suçlusu kim?

Patrick MARTIN

Biden yönetimi ve Cumhuriyetçilerin kontrolündeki Temsilciler Meclisi, federal borç tavanını yükseltebilmek için siyasi manevralara ve arka kapı müzakerelerine başladılar. Borç tavanı şu an 31,4 trilyon dolar düzeyinde. Federal hükümet borçlanma limitine ulaşmış durumda ve haziran başında temerrüte düşmemek için hazinenin bazı önlemler alması gerek.

Washington’da ve ana akım medyada her zamanki gibi hararetli tartışmalar var. Cumhuriyetçiler, borç tavanının yükseltilmesi için sosyal harcamaların 130 milyar dolara indirilmesi koşulunu koyuyorlar. Bu tutar, mevcut seviyenin yüzde 8’ine tekabül ediyor. Beyaz Saray ve kongredeki demokratlar ise “temiz” bir karar istediklerini, konuyla ilgisi olmayan herhangi bir bütçe kesintisi arzu etmediklerini ifade ediyorlar.

Cumhuriyetçi vekiller özel bir panel kurulmasını ve panelin sosyal güvenlik ve sağlık harcamalarında ne gibi kesintiler yapılabileceğine dair tavsiyeler sunmasını teklif ettiler. Teklif edilen kesintiler sağlık ve emeklilik fonları açısından büyük sorunlar doğurabilir ve önümüzdeki on sene içinde fonların tamamen çökmesine sebep olabilir. Diğer bir öneri ise emeklilik yaşının 70’e yükseltilmesi oldu. Yani, henüz federal güvenceler kazanmamış genç Amerikalılar hedefe konuyor.

BAŞKA SEÇENEK YOK

Emeklilik yaşını yükseltmeyi teklif eden cumhuriyetçi araştırma komitesine başkanlık eden Milletvekili Kevin Hern “Zor kararlar almaktan başka seçeneğimiz yok” diyor. Bu yorumlar iktidar sınıfının seçtiği güzergahı deşifre ediyor. Kapitalist siyaset mekanizması Cumhuriyetçi Parti’yi daha da sağa itiyor. Temsilciler meclisinde çoğunlukta olmaları sayesinde Biden yönetimini de sağa çekmekte başarılı oluyorlar.

Kamuoyu önünde yapılan tartışmaların hiçbiri temel soruyu sormuyor: Ulusal borç nereden geldi ve maliyetini kim ödemeli? Bu soru sorulmuyor çünkü yaşanan mali krizin altında yatan sınıfsal sorunlar gizlenmek isteniyor. Amerikan kapitalizminin iflas riskiyle karşı karşıya olduğu doğru. Fakat bedeli ödeyen, yine krizde suçu ve sorumluluğu olmayan işçi sınıfı mı olacak?

Bütçe açığını azaltmak için “ultra zenginlere” uygulanacak vergiyi arttırma görüşmeleri kongrede hiçbir netice üretmedi. Biden, 2020 seçimlerine giderken bir yandan popülist vaatlerde bulunuyor, diğer yandan varlıklı destekçilerine “Beyaz Saray’da bir demokrat olması, size zarar vermeyecek” sözünü veriyordu. “Kimsenin yaşam standartları değişmeyecek. Hiçbir şey kökten değişmeyecek” diyordu.

Özetle, 2001 yılından bu yanda ABD borç tavanı 5,6 trilyon dolardan, 31,4 trilyon dolar seviyesine çıkarıldı. Afganistan ve Irak’taki “terör savaşlarının” borç katkısı 8,3 trilyon dolar oldu. Bush ve Trump dönemlerinde uygulanan vergi kesintilerinin maliyeti ise 5,3 trilyon dolar olarak hesaplanıyor. 2008-2009 yıllarında hayata geçirilen Wall Street’i kurtarma paketinin maliyeti ise 8 trilyon dolar civarında hesaplanıyor.

HALKA ÖDETİLİYOR

Bu maliyetlerden hangisi işçi sınıfının suçu? Savaşa girilirken halkın rızası aranmadı, hatta savaşlar resmi kararlar alınmaksızın ilan edildi. Finansal kurtarma paketleri ilan edilirken de kimse halka danışmadı. Kongre birkaç gün içinde, apar topar “acil durum” kararları aldı. Tüm Amerikalıların yararına olacağı öne sürülen vergi kesintileri de kimseye danışılmadan yürürlüğe konuldu ve kesintilerin başlıca kazananı ülkenin en zengin yüzde biri oldu.

Demokratlar ve Cumhuriyetçiler yine birlik oldular ve gözlerini sosyal güvenlik sistemine diktiler. Toplam borcun son yirmi yılda neredeyse altı katına çıkmasının sosyal güvenlik sistemiyle hiçbir ilgisi yok. Tersine, sosyal güvenlik fonunda biriken tutar 30 yıldır artış eğiliminde ve yalnızca son iki yılda kısmi düşüş yaşandı.

Sosyal güvenlik sisteminde “reform” çağrıları Wall Street’teki finansal akbabaların fonda biriken paraya göz koymasından kaynaklanıyor. George W. Bush sosyal güvenlik fonuna 2005 yılında göz dikmiş, fakat gelen güçlü siyasi tepkiler neticesinde geri adım atmak zorunda kalmıştı. Şimdi de fonu yağmalamak ve 66 milyon emekli Amerikalıyı finans piyasalarının insafına bırakmak amaçlanıyor. İşçi sınıfına mensup gençleri bekleyen tehlike daha da büyük. Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçiler, “Primlerini ödeyen emeklilerin daha iyi haklara sahip olmasını” amaçladıklarını söylüyorlar. Tercümesi ise, gençlerin emeklilik hayali kurmaması gerektiği.

Senatör Joe Manchin gibi sağcı demokratlar da benzer bir dil kullanıyorlar. Temsilciler Meclisi’nde ve Senato’da kurulacak özel komite ile sosyal güvenlik sisteminin “güçlendirilmesini” savunuyorlar. Mevcut kazanımların korunacağının altını çiziyorlar. Yani geriye tek ihtimal kalıyor, o da geleceğin emeklilerinin haklarının azaltılması.

ZENGİNLER ZENGİNLEŞİYOR

Kapitalist finansal oligarşi tarafından yaratılan finansal krizin çözümünü işçi sınıfına ödetmeyecek bir çözümü kimse tartışmıyor. Halbuki isteseler bu bedeli kolaylıkla ödeyebilirler. Bu yıl yine dünyanın milyarderlerini ve kapitalist siyasetçilerini bir araya getiren Davos zirvesinden önce Oxfam tarafından yararlanan bir rapor, dünyanın en zengin kesiminin biriktirdiği serveti gözler önüne serdi.

“Adaletsizlik patlaması” ifadesini kullanan rapor, 2020’den bu yana üretilen yeni servetin üçte ikisinin dünyanın en zengin yüzde birlik kesimine gittiği tespitini yapıyor. Milyarderlerin serveti günde 2,7 milyar dolar artıyor. Hesaplamalara göre 1,7 milyar işçinin maaşı ise enflasyon oranında dahi artmıyor. Salgının etkileri işçi sınıfı için felaket niteliğinde olurken, zenginler için eşsiz bir fırsat oldu.

Şirketlerin kontrolündeki Demokrat ve Cumhuriyetçi partiler, borç krizinin bedelini yine işçi sınıfına ödetmeye çalışıyorlar. Yaşananlar, Amerikan kapitalizminin geldiği hazin durumun tezahürü. İşçi sınıfı bu partilere direnmek zorunda. Sözde işçi sendikaları ve Demokrat Parti içindeki sözde solcu siyasetçiler de muhalif sesleri bastırma eğiliminde. İşçi sınıfının elindeki tek seçenek, bağımsız siyasi hareketler inşa etmek ve on yıllar boyu yürütülen mücadeleler ile kazanılmış haklarını bu şekilde savunmak.

Çeviren: Fatih Kıyman
Kaynak: World Socialist Web Site