24 Ağustos 2008’de Londra Yazıları köşesinde ilk yazımda o zaman Londra Belediye Başkanlığına yeni seçilmiş Boris Johnson’ı yazmışım ve yazdığı şiir ve 301. Madde tartışmasını paylaşmışım.

Baba tarafından gerçek Osmanlı torunu olan ve anne tarafından da ‘soylu’ olan Boris’in önlenemez yükselişi o günden beri devam ediyor. Büyük büyük babası Ali Kemal son Osmanlı meclisinde Damat Ferit hükümetinde bakanlık yapmış ve sonra, rivayete göre, Kuvayi Milliye komutanlarından birisi tarafından, Atatürk’ün talimatına rağmen, el altından linç ettirilmiş.

Haftalardır Boris ile arası fena halde bozulmuş olan eski baş danışmanı Dominic Cummings tarafından piyasaya sürüldüğü tahmin edilen Kovid önlemlerine dair açıklamaları ve birilerinin dairesini döştettiği ortaya çıkan Brexit kahramanı başbakan sıkıntıda. Boris’in dairesini kimin döşettiği önemli ama küçük bir mesele. Önemi yolsuzluklar ve ahlaksızlıklar buz dağının ucunu göstermesinden geliyor.

Huydan mıdır, kökenlerden midir bilinmez ama Boris’in böyle ‘ufak’ yolsuzluk ve ahlaksızlık manevralarına neredeyse alıştık. Boris dünyanın demokratik ülkelerinde sadece bizde görülen pek çok biricik özelliğe sahip. Örneğin, kimse Boris’in kaç çocuğu olduğunu bil(e)miyor. Wikipedia durumu ‘en az 6’ diye özetliyor. Kendisi de açıklamıyor. En azından bildiklerini açıklasa. İki haftadır soruyorlar, ‘dairenin dekorasyon ve döşeme masraflarını kim ödedi’ diye ve net bir yanıt yok.

Unutulacağından emin. Bu konuda kendisine katılmak zorundayız. Maalesef insanların çok büyük bir çoğunluğu pek çok şeyi kolay ve çabuk unutuyor. Örneğin Pandemi’de ölü sayısında hala dünyanın önde gelen ülkelerinden biriyiz ve en az 130 bin kişi öldü. Şimdi 34 milyon aşı yapmışız ve dünya lideriyiz. Boris’in istediği sadece bunu hatırlamamız.

Siyasette ahlaksızlık maalesef Boris ve Muhafazakar Parti ile sınırlı değil. Boris Johnson ve Theresa May’den önce iki dönem başbakanlık yapan David Cameron da bilumum şirketlere yaptığı danışmanlıklar ve bu şirketlerin ‘önlenemez yükselişleri’ ile gündeme geldi. Bakanlara gönderdiği mesajlar, ettiği telefonlar sapır sapır ortaya saçıldı.

Cameron danışmanlık yaptığı şirket batmasın diye bakanları ablukaya almış kanunu değilse de uygulamayı bu şirket lehine esnetmelerini istemiş ki şirket develet yardımından faydalanabilsin. Kendi ifadesine göre ise ‘yok böyle bişey’; sadece ‘şirket yönetimine jeopolitik danışmanlık veriyormuş ve şirket toplantılarında konuşmalar yapıyormuş ki yeni ihaleler alsınlar ve uluslararası büyümelerine katkı olsun’. Derin sorun çok yakın bir zamanda görevden alınmış eski bir başbakanın bu işlere girebiliyor olması.

Cameron’a muhtemelen bir şey olmayacak; Boris Johnson’a da.

Bir şey olmamasının bir nedeni ise yakın geçmişte biraz daha geri gidince göreceğimiz ve Irak’ta milyondan fazla ölüme yol açmış olan ve açıkça yalan söyleyerek sadece ülkeyi değil tüm dünyayı kandırıp savaşa sürüklediği bilinen bir başka eski başbakan.

Bu eski başbakan şimdi korumasız sokağa çıkamıyor. Yanlış anlamayın Freelonya’dakilerle kıyaslanamayacak kadar küçük bir koruma ekibi var. Ama malum burda hayat pahalı, korumalar da ciddi masraf kalemi.

Tony Blair muhtemelen Cameron’un rol modeli, idolü. Çünkü o çok daha büyük şirketlere danılmanlık yapıyor ve çok daha büyük paralar topluyor. Daha önemlisi mutemelen dünyanın en güzel ve ağdalı yalan söyleyebilen kişilerinden birisi. Aslında yalan söylemiyor. Öyle bir ifade ediyor ki ağzından bal damlıyor ve kimden bahsederse o şaha kalkıyor. Merak edenler Blari zamanında İşçi Partisi’nden sürgün edilen George Galloway’in belgeselini bulup Toni’nin ‘cüzi’ danışmanlık ücretleriyle dünyanın en seçkin diktatörlerine nasıl imaj düzeltme hizmeti verdiğini izleyebilirler.

Bu arada biz üniversitelerde bürokratlar dışında kimsenin umursamadığı ve ne teorik ne pratik hiç bir işe yaramayan etik formlarını öğrencilere doldurtmaya devam ededuralım. Her nokta, her virgül önemli. Yeniden doldur gel! Deveyi hamuduyla götürene kadar böyle. Ondan ötesi ‘danışmanlık hizmeti’.