Borsa İstanbul’da bir süredir hızlı bir yükseliş yaşanıyor. Bu satırlar yazılırken BIST100 endeksi 123 bin seviyesinde seyrediyordu.

İnsan doğal olarak merak ediyor, ne oldu da borsa yükseliyor?

Borsada yatırım yapanlar hisse sentlerini aldıkları şirketlerin önümüzdeki dönemde kar edeceğini, artan bu kardan da kendi paylarına düşeni alarak para kazanacaklarını ümit ederler. En azından finans kitaplarında böyle yazıyor.

O zaman borsanın yükselişini yatırımcıların bir anlamda ekonominin düzeleceğine ilişkin beklentilerinin bir sonucu olarak yorumlamak gerekir.

Ama açıklanan veriler vatandaşın ekonomiye olan güveninin arttığına ilişkin bir işaret vermiyor. Dün açıklanan tüketici güven endeksi bunun son örneği: Ocak 2020 ayına ait endeks 58.8. Bu seviye aslında bundan tam bir yıl öncesinin seviyesi. Ocak 2019’da tüketici güveni 58.2 idi. Üstelik bu son bir yıllık süre içerisinde de endeks neredeyse yatay seyretti. Vatandaş ekonominin geleceğine ilişkin herhangi bir iyimser beklentiye sahip değil. O zaman tekrar soralım, vatandaşın beklentisinde bir değişim yok iken ne oluyor da borsadaki hisselere ilgi bu kadar artıyor?

Verilerine göre borsaya iki önemli kaynaktan giriş olmuş. Emeklilik fonlarından yaklaşık 1,5 milyar liralık yeni kaynak borsaya giderken, emeklilik sistemine sağlanan devlet katkılarından da borsaya yaklaşık 1,5 milyar liralık bir kaynağın girdiği görülüyor. Bu giriş yapılan düzenlemeler ile zorunlu kılındı. Bu miktarlar küçük gibi görülebilir ancak bunların borsada kalıcı fonlar olduğunu belirtmek gerekir. Fonlar girdikten sonra borsadan çıkma şansına sahip değiller. Böyle olunca işlem gören hisse senedi sayısında da ciddi azalma yaşanıyor. Bu azalma ile birlikte bir miktar talep bile fiyatları anormal derecede yukarı doğru çekebiliyor. Borsa İstanbul’un toplam piyasa değerine baktığımızda, işlem gören payların tutarının 30 milyar dolar civarında olduğu görülür. Büyük bir rakamdan bahsetmiyoruz. Döviz tevdiat hesaplarında 200 milyar doların üzerinde para olduğunu dikkate aldığımızda, borsanın oldukça düşük bir değere sahip olduğu görülür. Bu kadar düşük bir piyasada, henüz gitmemiş olan yabancıların ve bireysel emeklilik fonlarının kalıcı olduğunu düşünürsek, az sayıda hisse senedi adedi üzerinde yapılan işlemlerle bile borsada “mucizeler” yaşanabilir. Olan tam da budur. Bu nedenle Borsaya bakıp ekonomimiz şahlanıyor manşetleri atmayın.

QNB Finansbank

Borsanın “yarattığı” değerin ne anlama geldiğinin en iyi örneğini son zamanlarda QNF Finansbank hisselerindeki fiyat hareketlerinden anlayabiliriz. Temmuz ayı başında 8 lira olan hissenin fiyatı Çarşamba günü 104 lira seviyesine kadar yükseldi. 13 kat artış yaşandı. Fiyatın bu seviyeye gelmesiyle birlikte bankanın “piyasa değeri” de 50 milyar doların üzerine çıkarak Türkiye’nin en büyük beş bankasından daha değerli hale geldi. Bu size mantıklı geliyor mu? QNB Finansbank’ın halka açıklık oranı binde bir. Oranı yanlış okumayasınız diye yazı ile yazdım. Borsada işlem gören payı devede kulak bile değil. Ama rakamlara baktığınızda banka Türkiye’nin en değerli şirketi haline gelmiş. SPK’nın bu hissede işlem yapılmasına ilişkin sınırlama getirmesinden sonra fiyat tepe taklak gidiyor. Çarşamba günkü 102 liralık tepe seviyesinden Perşembe günü bu yazının yazıldığı saatlerde 64.60 lira seviyesine gerilemişti. Bu da taban sınırından dolayı. Siz bu yazıyı okurken hissenin fiyatı 60 liranın altına inmiş olacak. Bu da iki günde %40’lık bir kayıp demektir. Bankanın değeri de 20 milyar dolar düşmüş anlamına gelir. Piyasa değerinin birkaç gün içinde milyar dolarlar seviyesinde değiştiği bir borsadan bahsediyoruz. Buyurun size piyasa değeri. Dolayısıyla kimse bana “bakın şirketlerimizin piyasa değeri arttı” yorumunu yapmasın. Ekonominin toparlanma emarelerini göstermediği bir dönemde “değerin artması” yanıltıcı olur.