Orhan Gencebay belediye otobüsüne biniyor, makineye okuttuğu İstanbulkart'ını cebine koyarken belirgin bir hoşnutsuzlukla otobüsü dolduran kalabalığa bakıyor. En fazla beş-altı kişinin orta yaş ve üstünde olduğu yolcular arasında, Türkiye arabesk müzik tarihinin en güzel, en protest şarkılarından birinin giriş sözlerini söyleyerek ilerleyen Orhan Bey, kim olduğunu bilecek yaşta olmayan, bilse bile büyük olasılıkla arabesk dinlemeyen bir delikanlıya yaklaşıyor: “Daha güzel, daha mutlu, daha adil, sevgi dolu bir dünya için, barış için, insanlık için...”

Bu kısım normalde şöyle devam ediyordu, biliyorsunuz: “...batsın bu dünya!” Oysa 2018’de yayımlanan bu deodorant reklamında Orhan Gencebay, 1975'ten bu yana kim bilir kaç mazlumun, kaç ezilenin, kaç sokak çocuğunun, kaç genelev çalışanının, kaç fabrika işçisinin ağzını doldura doldura eşlik ettiği şarkının içini başka hiç kimsenin yapamayacağı bir hoyratlıkla boşaltıp “Burunların selameti için, Rexona!” diyor.

2015’te bir yazıda Gencebay’ın mazlumun yanından zalimin yanına geçişine değinmiş (Artık batmasa da olur mu yani?!, BirGün, 05.12.2015) kendimce konuyu kapattığımı sanmıştım. Ama Gencebay birkaç yılda bir ortaya çıkıp acılarımızı deşmenin bir yolunu buluyor.

Nazife Güngör, Arabesk adlı kitabının Gencebay’a ayırdığı bölümünde ‘Arabesk müziğin ideolojik sorumluluğu var mıdır?’ sorusunu şöyle yanıtlıyor (yazım hatalarına dokunmadan): “Orhan Gencebay’ın ‘neden Tanrım, neden nedir’ ya da ‘çağırsam feleği gelse karşıma’ diye başlayan birçok şarkısında açık bir başkaldırı, eleştiri havası sezilmektedir. Gerçi bu, belki içedönük bir başkaldırıdır, belki somut dayanaklardan yoksun bir başkaldırıdır ama, olsun. Önemli olan topluma karşı duyarlılık göstermesidir. Bu değerlendirmeyi yaparken özellikle Gencebay arabeskinin ortaya çıktığı 1968’lerin genel havasını anlamak gerekiyor. Dünyada öğrenci olayları başlamıştır. Türkiye’de başlamak üzeredir, ilk kıvılcımlar belirmiştir bile. Ekonomik yönden bir takım sarsıntılar söz konusudur. Bunların etkisiyle siyasal yaşamda da gerginlikler başlamıştır. Kırdan kente göçen yığınlar kent çevrelerindeki sefalet yuvası gecekondularda işsiz, güçsüz, yoksulluk içinde yaşamlarını sürdürmeye çalışırlarken Gencebay’ın tam da bu sırada ‘bir teselli ver’ ya da ‘başa gelen çekilirmiş’ gibi plaklarının piyasaya çıkarak büyük satış rekorları kırması bir rastlantı olamaz.” (Arabesk - Sosyokültürel Açıdan Arabesk, Nazife Güngör, Bilgi Yay. 1993, s.113)

Güngör başka bazı ifadelerinde Gencebay’ı pragmatist bir piyasa insanı gibi tanımlıyor: “...Türk halk müziği ve Türk sanat müziği karması olan piyasa müziğinin toplumun özellikle ezilen kesimlerinde ‘Yarabbim sen büyüksün/Yarabbim sen gönülsün/Durdur geçen zamanı/Kulların gülsün’ gibi şarkıların oldukça yoğun bir biçimde tutunduğunu gören Orhan Gencebay, söz konusu müziğe sahip çıkarak ona kendince bir yorum ve düzenleme getirdi.”(a.g.e., s.105)

Trendleri yönlendiren çakal Amerikan müzik yapımcılarını andıran bu Gencebay portresini biraz indirgemeci buluyorum. Ama ya doğruysa?! Ya gerçekten de Gencebay’ın halkın eğilimlerini çözümleyip oraya yönelebilme gibi bir yeteneği varsa?!

İşte o zaman çok kötü; Batsın bu dünya’yı yaparken toplumsal dinamiklerden yola çıkan ve haklılığını herkesin teslim edeceği bu müzisyen sprey pazarlarken de aynı analizlerden yola çıkıyorsa, ve bu sefer otobüs/ülkedeki insanların tek derdi ter kokusu ise...

Şimdi Şerif Gören’in ‘devrimci’ bir Orhan Gencebay’la yaptığı Aşkı ben mi yarattım? (1979) adlı o güzel filmini açıp izlemek var. Lakin korkumdan izleyemem; darbeci askerlerin Santiago Stadyumu’nda ellerini kırarak gitar çalıp şarkı söylemesini engellemeye çalıştığı Victor Jara’ya selam duran o muhteşem final sahnesinde, Orhan Gencebay ağzını açtığında “Batsın bu dünya!” cümlesi yerine boşalmış bir sprey kutusunun son tıslamaları çıkar diye korkarım da izleyemem...