Günün sonunda kim istemez olduğu gibi, özüne göre yaşamayı… Karşındaki insana göre değişmeden, sözünü sakınmadan, davranışlarını kontrol etmeye çalışmadan… Doğal, içten, samimi tanımlarını tam da bunu başaran insanlar için kullanırız. Düşüncesi, duygusu, arzusu ile gerçekte her kim ise, günlük hayatını öyle sürdürebilen kişilerdir onlar. İçte ne varsa dışta da görünen odur. İfade biçimleri ve iletişim araçlarını özünü yansıtacak şekilde kullanan bu ‘sahici’ kişilerin Türkiye siyaseti içinde de eşsiz bir yeri ve tanımı vardır. ‘Halktan, halkın içinden, bizden biri!’ Onlar gibi konuşan, onlar gibi yiyen, onlar gibi şakalaşan… Yani bir yandan hem olduğu kişi gibi yaşama cesareti gösteren, hem de diğer yandan toplumun hücresel bilgisinin tümüne sahip! Araştırmacılar diyor ki, bir kişinin kendini en iyi hissettiği an, karakterlerine uygun davranıp, duygu ve düşüncelerini olduğu gibi yansıtabildiği andır. Ancak yazılıp okunduğu kadar kolay değil bu; çünkü insanın kendine has kırılganlıklarını, zaaflarını, yaralarını olduğu gibi göstermek de sahicilik paketine dâhildir. Karizmayı çizme kaygısıyla saklanamazlar. Zaten o zaman gerçek bir karizmadan da söz edemeyiz. Lafın kısası, özünü saklamak ıstırap verir insana.

***

Türkiye siyasi tarihine adını yazdıran Recep Tayyip Erdoğan otuz yılı aşkın kariyeri boyunca yer, zaman, mekân fark etmeksizin öfkesini, üzüntüsünü, neşesini olduğu gibi ortaya koydu ve halkın desteğini aldı. Yeri geldi ne diplomatik dil, ne siyasi teamül tanıdı ama fikri ve hissi dünyasının kendisini yönlendirdiği şekliyle, içinden geldiği gibi davranıp alkışlandı. “Davos’ta, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e ‘one minute’ deyip tepki göstermesinin üzerinden on yıl geçti” diye haber bile hazırlanmıştı bundan üç yıl önce. Gösterdiği öfkeli tepkinin haklılığından emin olan Erdoğan’ın, seçmenleriyle pek çok kez paylaştığı bu anı ile nasıl gurur duyduğunu gözlerinden okuyabilirsiniz. On dört yaşında, ekmek almaya giderken polisin attığı gaz fişeğiyle başından vurulup ölen Berkin Elvan için bakkala gidiş belgesi talep etmişti. Antep mitingi sırasında terörist diye hitap ettiği Berkin’in adliye kapılarında adalet arayan annesi Gülsüm Elvan’ı halka yuhalattığı anda da şahit olduğumuz şey, Erdoğan’ın o samimi kızgınlığının dile gelişiydi. Mersin’de “Sayın başbakan bu çiftçinin hali ne olacak? Anamız ağladı” diyen çiftçiye “Ananı da al git, artistik yapma” diye cevap veren Erdoğan, ‘kutsal analar diyarı Anadolu’da çekinmeden yine samimi tavrını koymuş, ‘nankörlere’ dersini vermişti.

***

Ve fakat bir tuhaflık var son günlerde. Şarkısında Adem ve Havva’ya hakaret etti diye “O dilleri koparırız” diyen Erdoğan, birkaç gün sonra muhatabının Sezen Aksu olmadığını söyledi. Trabzon’da sahneye aldığı çocuk, uzattığı mikrofona “Bay Kemal, hain Kemal” diye konuşmaya başladığında yine yüzünde alışık olduğumuz o samimi neşe vardı. Ancak yine birkaç gün sonra Erdoğan “Çocuk işte” deyiverdi. O an kendisine ve bakanlarına şen kahkahalar attıran çocuğun söyledikleri önemsizleşti. Bir gariplik var değil mi? Erdoğan, son günlerde ne Akşener’e yapılan provokasyon sonrası “Daha neler olacak neler” dedikten sonraki gibi kendinden emin, ne de Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişimini grup toplantısında izlettikten sonraki gibi rahat bir tavır sergiliyor.

Söyledikleri kabul görmüyor. Oysa farklı bir şey yok, kimse o! Hep olduğu gibi, hep kendi gibi. Ama bir şekilde, davranışları toplumda eskisi gibi karşılık bulmuyor. Kendisi ve şürekâsının kahkahaları, kalabalıkların ekşimiş yüzüne çarpıp dökülüveriyor yere. Hem de çok kısa bir zaman içinde. Mademki değişen o değil, ne öyleyse? Büyülü bir perdenin kopup yırtılması, ışıltılı bir harenin solup sönmesi mi? Ne söylerse, ne yaparsa içten ve samimi bulunan Erdoğan’ın sahnesinde başrolü artık yoksulluk almış olabilir mi? Fakat düşününce, ne büyük, ne epik bir sarsılış değil mi? Hava dönünce rüzgâr kesildi.