Utanç, yeri geldiğinde çok kıymetli duygulardan biri, bu duyguyu yitirmenin anlamı üzerine düşünürken Trump’la ilgili psikanalitik yazıları okurken buldum kendimi. Politik psikoloji açısından popülist liderlerin bazı ortak özellikleri var. Örneğin Trump gibi liderlerin ortak özelliği, düşünsel ve ideolojik bir alt yapıya ve kararlılığa sahip olmamaları. Bugün savundukları herhangi bir argümanı, ertesi gün terk edebilirler, hatta sanki hiç olmamış gibi yapabilirler. Çok ağır sözlerle yarıştığı rakibiyle ittifak kurup bambaşka bir fikrin etrafında kitleleri toplamaya çalışabilirler. Kitlelerde milliyetçiliğin yükseldiğini mi gördüler, hemen o tarafa kırabilirler dümeni; ama savundukları milliyetçilik, diğer konularda olduğu gibi başka bir tür milliyetçiliktir, tutarlılığı olmayan, slogana indirgenmiş, içi boş…

***


Yine Trump gibi popülist liderlerin bir başka ortak özelliği de nezaket gibi bir şeyin varlığından haberdar değillermiş gibi davranmaları. Rakibine belden aşağı vurmakta hiçbir sakınca görmemeleri, onu izleyen bazı kişileri şaşkınlığa düşürebilir, ama hedeflediği kitle için bu güçlü bir duruş olur, harbilik olur, cesaret gösterisi gibi algılanır. Nazik bir lider, güçsüzmüş gibi algılanır, korkaklıkla suçlanır. Ama Deleuze‘ün de dediği gibi, karşılıklı nezaket olmadan iletişim kurmak mümkün değildir. Trump gibi liderler, sadece seçtikleri kitleyle ‚bir olma‘ duygusu yaşamak istedikleri için, ötekilerle iletişim kurma derdi duymazlar. Trump‘ın tek duyduğu endişenin başarısızlık olduğu yazılmış, başarısız olmamak için her şeyi yapabileceği… Trump‘ın gözünden dünya nasıl bir yer diye sorulduğunda verilen yanıt, herkesin birbirinin boğazına sarıldığı bir orman manzarası…

Popülist liderlerin ortak özelliklerine dair daha pek çok şey söylenebilir, ama düşünülmesi gereken ve demokrasinin geleceğini belirleyen asıl nokta, lider-takipçi arasındaki ilişki… Popülist liderler, toplumsal psişenin ifadesi ya da tanımlayıcısı olma gibi bir işleve sahipler. Özellikle bu çağın toplumsal görünümü, böylesi liderlerin önünü açmış gibi görünüyor.

***

Umberto Eco, benim de gazete yazılarımda sık sık referans verdiğim Bauman’ın ‘Akışkan Toplum’ kitabını anarak şöyle yazmıştı ‘Budalalıktan Deliliğe’ adlı kitabında: “Toplum kavramındaki krize paralel, insanların birbirini artık bir yol arkadaşı değil de aksine sakınılması gereken rakipler olarak gördüğü frenlenemeyen bir bireysellik doğar. Bu ‘öznelcilik’, modernitenin temellerine bomba döşemiş ve onu kırılganlaştırıp hiçbir referans noktasının bulunmadığı, her şeyin bir tür akışkanlık içinde eridiği bir konuma sokmuştur. Hukukun kesinliği ortadan kalkar (adli makamlar düşman gibi görülür) ve herhangi bir referans noktasından yoksun kalan birey için tek çözüm, neye mal olursa olsun bir değer diye kabul edilmek (Bustina‘larda ele aldığım olgular) ve tüketiciliktir. Ama bu tüketicilik, kişiye tatmin duygusu yaşatan arzu nesnelerine sahip olmayı hedefleyen değil, sahip olunan nesneleri hızla köhneleştiren bir tüketiciliktir. Ve birey, amaçsız bir doyumsuzluk misali bir tüketimden diğerine koşar.”

Trump’la ilgili yazılarda, Amerikan halkı içinde oldukça geniş bir çeşitliliğe sahip narsisizm salgınından bahsediliyor, ekonomik ve uluslararası gücün etkisiyle yıllar boyunca şişirilmiş egonun, gücün azalmasıyla kırılganlaştığı, ‘bölme’ ve ‘inkâr’ savunma mekanizmalarına daha çok ihtiyaç duyulduğu ve Trump’ın böylesi bir toplumsal psişenin ifadesi olduğu iddia ediliyor. En çok kafa yorulması gereken de, liderden çok toplumsal psişenin anlaşılması.