Google Play Store
App Store
Boşalt-güçlendir-şeffaf ol
Fotoğraf: AA
Aycan Karadağ
Aycan Karadağ
aycankaradag@birgun.net

Deprem, 1999’dan bu yana sorulan ‘İstanbul hazır mı?’ sorusunu yeniden gündeme taşıdı. Şehir Plancıları Odası (ŞPO) Yönetim Kurulu, BirGün’e yaptığı değerlendirmede, Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) ve İl Risk Azaltma Planı’nın (İRAP) ‘kent hakkını gözetmediğini’ belirtti.

ŞPO yöneticileri, TAMP’ta toplanma alanlarının ‘nasıl, nerede, hangi altyapıyla’ tanımlanmadığını, İRAP’ların ise ‘birkaç broşürden öteye gitmediğini’ söyleyerek, “Kentin en hayati ihtiyacı açık-yeşil alanlar; biz zemin etüdünü bırakıp AVM dikiyoruz. Afet öncesi hazırlık hâlâ imar baskısının gölgesinde” diye belirtildi.

Oda, hasar tespitinin ardından üç acil önceliği şöyle sıraladı:

•Boşaltma- geçici barınma: Rezerv konutlar, boş daireler, prefabrik alanlar derhâl devreye sokulmalı; ağır hasarlı mahalleler hızla tahliye edilmeli.

•Kentsel yoğunluğu azaltma: Sanayi-lojistik tesisleri, ulusal kalkınma planıyla kent dışına taşınmazsa İstanbul’un nüfus baskısı patlayacak.

•Şeffaf ve Bilimsel Sınıflandırma: Hatay’da olduğu gibi ‘orta hasar-az hasar’ oynanmasın; veriler anlık, dijital ve geri dönülmez biçimde ilan edilsin.

GÜVENLİK DEĞİL RANT

“Dönüşüm denilerek askerî alanlar, 2B araziler lüks projeye döndürülüyor; riskli yapılarda yaşayan yoksullar ise kentin dışına itiliyor” diyen ŞPO, TOKİ eliyle üstü kapalı özelleştirmelere dikkat çekti. Kira yardımı, geçici konut ve sosyal altyapı olmadan yürütülen her projenin “afet riskini çoğalttığı” belirtti.

ŞPO, üç yıldır tutuklu bulunan şehir plancısı Tayfun Kahraman’ın geliştirdiği ‘hızlı tarama’ yöntemiyle İstanbul’un büyük oranda risk haritasının çıkarıldığını anımsatarak şunları ifade etti: “Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu gerçeği tartışmayı gereksiz kılıyor; asıl mesele, riski kabul edip önlemlere odaklanmak. Dirençli kent kavramı yalnızca sağlam binalarla sınırlı değil: yollar, enerji-iletişim hatları, açık-yeşil alanlar ve afet toplanma yerleri de güçlendirilerek nüfus yoğunluğuna adil biçimde dağıtılmalı. Konutun yatırım aracı olarak görülmesi, kentsel dayanıklılığı zayıflatıyor; barınma temel insan hakkı olarak ele alınmalı. Deprem riskini, iklim krizi ve taşkınlar gibi diğer tehditlerle birlikte değerlendiren doğa-insan odaklı mekânsal politikalar geliştirmek gerekiyor. Kurumlar arası yetki çekişmeleri öncelikleri gölgelememeli; imar afları, piyasa mantığına teslim edilmiş dönüşüm ve tarım-orman alanlarının yapılaşmaya açılması gibi rant odaklı uygulamalar riskleri büyütüyor. Sonuçta afetlere karşı gerçekten dirençli bir kent, merkezi keyfiyetten arınmış; yerel bilgi, bilimsel analiz ve toplumsal katılımı esas alan şeffaf, kamusal planlama süreçleriyle mümkün.”