Yaşadığımız çağa da yoğrulabilir, ama ülkemizde sıkça duyduğumuz bir şikâyet var. Canım sıkılıyor, hayatımda bir boşluk var! Evet, öyle oldu, on altı yıl AKP tek başına iktidardaydı ve toplumun direnen muhalif kanadını içeri tıktı, bir bölümünü pasifize ederek iğdiş etti, bir bölümünü din ve milliyetçilikle yanına çekti. Yani boşlukları doldurdu.

Olguların kavramsal analizine girmek kimine sıkıcı gelir, ama girmeme tercihinin sonucu, kaçınılmaz olarak hataların karşımıza çıkma olasılığını artırıyor. O halde ‘boşluk’ deyince bu alanda boşluk bırakmamaya çabalayalım.

Varlık ve yokluk arasında bir yerdesindir, hayat geçip gidiyorken, kavramsal anlamlarının derinliğine bulaşmasak da, basit okumayla -cisimsel/nesnesel olarak- varsındır, yaşıyorsundur, hayatını sürdürüyorsundur, ama bir yandan da yoksundur. Hayatına anlam katmak istiyorsun, ama… İşte o ‘ama’nın doldurulduğu alan çok boş. Nedenler, nedensizlikler, biçareler, kırılganlıklar, kırıklıklar, yenilgiler, vazgeçmeler, kürek kürek çabalar, boşa kürek çekmeler ve…

İktidar ise boşluk bırakmıyor. Çünkü iktidarlar bilirler ki, nesnelerin var olabilmesi için ‘boşluk’ zorunludur. Ancak ne yazık ki bu boşluğu kendilerinden başka kimsenin dolduramayacağı fikri sabit olunca çekilmez olurlar.
Boşluk neden önemli? Çünkü;

“Bir tekerleğin bütün demirleri tek bir göbeğe bağlıdır ve arabanın gücü de tekerleğin boş merkezinde hiçbir şeyin olmadığı yerdedir” ya da "bir vazo, içi boş olmadan düşünülemez. Demek ki nesneler boşluk sayesinde var olabilmekte ve bedenimiz de boşluk içinde hareket etmektedir. Kısacası, her şey nesnelerle dolu olsaydı, yer ve gök arasında boşluk olmasaydı hiçbir şey olmazdı.” (François Julien’den, Boşluk: Çin Resmi, Zen ve Çağdaş Sanat, Nusret Polat)

Attila İlhan da ‘boşluk’a anlam katanlardan: “Bazen birilerinin gelmesi uzun zaman alabilir. Belki de bir boşluk gerekiyordur hayatınızda. Dolu tarafa bir şey alamazsınız.”

Öyle ya, geçmişini nasıl doldurduğuna bakmalı insan, sabit değil, diyalektik olmalı, yeni şeylere boşluk açmalı.
Jean-Paul Sartre “Hayatınızdaki boşluklar kalıcıydı. Tıpkı beton kenarındaki ağaç kökleri gibi onlarla büyümeniz gerekiyordu; boşlukların içinden çıkıp şekillenmeliydiniz” derken, “ama yapmadınız” der gibi sitem etmemiş mi?

Siz doldurmadıysanız, iktidarlar seve seve yapar, nedenini John Berger ‘Sanatla Direniş’ kitabında anlatır: “…
normal bir hayat sürme deneyimiyle, bu hayata bir anlam kazandırmak için sunulan kamusal anlatılar arasındaki boşluk, uçurum muazzam büyüktür. Perişanlık bundan kaynaklanır, hakikatlerden değil. Fransız nüfusunun üçte birinin Le Pen’i dinlemeye istekli oluşunun nedeni budur. Onun anlattığı hikâye -şeytani olsa da- sokaklarda olup bitenlere daha yakın görünür. Bundan farklı olarak, insanların 'sanal gerçeklik' hayali kurmasının sebebi budur. Her şey -demagojiden, imal edilmiş mastürbatif hayallere- boşluğu kapatmak için kullanılabilecek her şey! İnsanlar böylesi boşluklarda kaybolur, böylesi boşluklarda delirir” diye bahseder.

‘Subcomandante Marcos’la Yazışmaları’nda ise: “Gizemli olan, bilerek saklanan şey değildir, daha önce de söylediğim gibi, mümkün olanın şaşırtıcı çeşitliliğidir. Bu yüzden de köylüler arasında rol kesme azdır: Onlar şehirli karakterler gibi rol yapmaz. Bunun sebebi daha ‘basit’, daha dürüst ya da gailesiz olmaları değildir, bir insan hakkında bilinmeyen şeyle, genel olarak bilinen şey arasındaki boşluğun çok küçük olmasıdır." Çünkü tam da bu boşluk içinde rol kesilir.

‘Boşluk’un sanattaki izdüşümü ‘bitmemişlik etkisi’ olabilir mi? Nitekim Chang Yen-Yuan’a göre: “Resimde her şeyi tamamlanmış ve bitmiş olarak göstermekten, formların desenlerinde her şeyi açık biçimde yansıtmaktan, renkleri teknik bir gösteri yaparcasına imlemekten, böylece de onların gizemli yanlarına ve ‘aura’larına kapalı olmaktan kaçınmak gerekir. O nedenle, resmin bitmemişlik etkisi yaratmasından endişe duyulmamalı[dır.]”