Nesneler, görüntüler, seslerle tıka basa dolu bir evrende yaşıyoruz.

Kendimizi görüntülerin, seslerin, nesnelerin içine gömüyor, boşluğun içinden yüzeye çıkabilecek ve varlığımızı tehdit edecek her türlü musibeti hemen kovuyoruz kafamızın içinden, odamızdan

Nesneler, görüntüler, seslerle tıka basa dolu bir evrende yaşıyoruz.  Birden bire ortaya çıkabilecek bir boşluk ya da sessizlik fikri bile korkutuyor bizi. Bu boşluktan ya da sessizlikten mevcut düzenimizi bozacak bir şeylerin çıkabileceği korkusuyla daha çok açıyoruz TV’nin, radyonun ya da müzik setinin sesini. Kendimizi görüntülerin, seslerin, nesnelerin içine gömüyor, boşluğun içinden yüzeye çıkabilecek ve varlığımızı tehdit edecek her türlü musibeti hemen kovuyoruz kafamızın içinden, odamızdan. Sesten, görüntülerden ördüğümüz duvarların içinde varlığımızı koruyacak bir niş açıyoruz. Merdiven boşluğu tedirgin ediyor bizi mesela. Georges Perec, Yaşam Kullanma Kılavuzu’nda apartmanların merdiven boşluklarını, “anonim, soğuk ve neredeyse düşman bir yer” olarak tanımlıyordu:  “Geçen her şey merdivenden geçer, gelen her şey merdivenden gelir.” Bir an önce bu boşluktan kurtulmak için hızla çıkıyoruz merdivenleri. Olur ha, buradan geçen biriyle karşılaşırız da konuşmak zorunda kalırız ve başımıza olmadık şeyler gelir diye.

İKTİDAR TIKA BASA HAYATI DOLDURUYOR
Boş mekânlar ve boş zamanlar hem bizim hem de içimizdeki iktidarın korktuğu tekinsiz alanlar olarak duruyor toplumsalın içinde. Örgütlenmiş ve denetimli çalışma hayatı dışında arta kalan zamanlarımızda bizi başıboş bırakmamak için boş zamanlarımızı bile örgütlüyor iktidar. Kentin içinde tanımsız boşluklar olarak duran evlerin arasındaki arsalarda boş zamanlarımızda ne oyunlar ne arkadaşlıklar icat etmiştik oysa. Artık böyle bir boş arazi ve boş zaman bulmak giderek zorlaşıyor. Hayatın her anını tıka basa doldurmaya çalışıyor iktidar. Boş zamanlarda ve boş mekânlarda yasanın dışına çıkabileceğimiz ve bambaşka bir toplumsal kuracağımızdan korktuğu için boş alan bırakmamak için her yere kendi yasasını yazıyor.
Taksim Gezi Parkı’nı yapılaşmaya açılacağını duyuran TV kanallarının sokak röportajlarında bireylerin nasıl da bir boş mekân olarak buradan tedirgin olduklarını, iktidarın boşluktan korkan bakışını nasıl da içselleştirdiklerini gördük. Ne idüğü belirsizlerin takıldığı bir yer olarak belleklerde yer alıyor Gezi Parkı. Oysa bu boş uzam, sürekli devinen bireylerin kesiştiği, yeni ilişkilere gebe, devingen ve doğurgan bir boşluk olarak duruyor. Mevcut şeyler düzenini yerinden edebilecek, bizi tedirgin eden tekinsizliklerin yüzeye çıkacağı, içimizdeki ne idüğü belirsizi açığa çıkarabileceğimiz bir döl yatağı gibi sanki.

YÜRÜME YOLUMUZ İKTİDARIN ELİNDE
Aristoteles’in “doğa boşluğu sevmez” deyişi en çok da iktidara yakışıyor; her yeri kendi yasasıyla örgütlemeye, boş alan bırakmamaya çalışıyor, iktidar boşluktan korkuyor. Her yere kazıdığı kendi yazısının içinde, haritalanmış patikalarda yürümemizi istiyor. Oysa kendi devinimlerimizle kendi patikalarımızı, karşılaşma, buluşma noktalarımızı belirleyebiliriz; aşkın bir yasaya göre değil, kendi bedenlerimizle yazdığımız içkin ve kendiliğinden ortaya çıkan bir yazının içinde hareket ederken buluveririz kendimizi. İktidarın boşluk dediği ve korktuğu aslında kendi yasasının dışında kendiliğinden örgütlenmiş bir içkinlik düzlemi değil mi?

VAZGEÇİLMEZ BİR ÖĞE: BOŞLUK
Boşluk kavramına Batı’da yüklenen bu olumsuz anlamın Doğu’ya geçtiğimizde kaybolduğunu görüyoruz. Çin düşüncesinde boşluk kavramı en üst düzeyde etkin ve dinamik bir öğe olarak ortaya çıkıyor. Kendi yerini açan ve dönüşümü gerçekleştiren vaz geçilmez bir öğedir boşluk. Resimde ise özellikle boşluk kavramı, en bütünsel ve görünür bir tarz halinde ortaya çıkar. 13. yüzyıla ait kimi tablolarda, boşluk ifade eden alanların (imge bulunmayan boş alanların) yüzeyin üçte ikilik bir kısmını kapladığı görülür. Bu resimler karşısında izleyici, boşluğun devinimsizlik işareti taşımadığını, aksine görünür bir dünyadan görünmez bir dünyaya esin yoluyla ulaşma olanağı veren bir bağlantı oluşturduğunu belli belirsiz biçimde algılar. Boşluk, Çin resminde somut bir görüntüyle, vadiyle temsil edilir. Burası oyuk bir yer, yani boş bir mekândır; yine de kendi içinde her şeyi taşıyan bir yerdir. Her şey onun bağrında yer alır. Taoculukta sözü edilen on bir varlığı doğuran bu boşluktur (bkz François Cheng, Boşluk ve Doluluk, Çin Resim Sanatının Anlatım Biçimi, İmge Kitabevi).
İktidarın boşluk olarak gördüğü  şey aslında kendi devinimlerimiz ve arzularımızla kuracağımız çokluğu, yeni ilişkileri, yeni bir dünyayı bağrında taşıyan dinamik bir öğedir. Egemen sesin dışında başka bir sese ulaşmaya olanak vererek, görünür dünyanın dışında gizil olanı, görünmez olanı, kendi aramızda dokuduğumuz ağlarla kuracağımız yeni bir toplumsalı duyumsatır bize.