Saraybosna da, tarihin önemli eserlerine ev sahipliği yapan Mostar da acının anakentlerinden biri olan Vişegrad da bizi çok etkiledi. Ülke topluca UNESCO listesine alınsa, sanırım kimse hayır demez!

Bosna Hersek’i görmeden ölmeyin!

MUSTAFA DERMANLI mdermanli@gmail.com @mustafadermanli

Sırbıstan’ın güneyindeki Zlatibor’dan yola çıktıktan yaklaşık bir saat sonra, dağlar arasında süren bir yolculuk sonunda Bosna Hersek’e Donje Vardista sınır kapısından giriş yaptık. Bu kapıdan geçer geçmez karşımıza çıkan ilk kent Bosna Hersek’in acı tarihine tanıklık eden kentlerden biri olan Vişegrad’dı. 90’ların başında Yugoslavya’nın dağılma sürecinde ayrılık kararı alan Bosna Hersek’in kararını Sırplar tanımamış ve savaş başlatmıştı. Başta Srebrenitsa ve Vişegrad olmak üzere birçok kentte yüzbinlerce Boşnak öldürülmüştü. Savaş 3,5 yıl sürmüş, ülkenin acı tarihi adeta kanla yeniden yazılmıştı.

DRİNA NEHRİ'NİN KIYISINDA
Savaş yıllar önce sona erse de neredeyse her aileden insanlar ölmüş. Bosna’da karşılaştığımız birçok insanın yüzüne de bu acı yansımıştı. Normal hayatları devam etse de, ne zaman konu açılsa ya da geçmişe dönmelerini hatırlatan bir şey olsa gözleri durgunlaşıyordu. Büyük acı, sarılması gereken kocaman bir yara kalplerinde. Yüzlerinde de acının çizgileri...
Vişegrad’da karavanımızı uygun bir yere park ettikten sonra Nobel ödüllü yazar Ivo Andriç’in heykelinin de bulunduğu meydanı ve içerisindeki binaları gezdik. Ivo Andriç “Drina Köprüsü” kitabının da yazarı aynı zamanda. Vişegrad, Drina Nehri kıyısına kurulmuş, tarihi evleriyle bir Anadolu kasabasını andıran bir kent. Sokollu Mehmet Paşa’nın da memleketi olan Vişegrad’a, Sokollu’nun en büyük eseri nehir üzerine yaptırdığı ve bugün UNESCO tarafından korunan Drina Köprüsü. Köprü savaş esnasında zarar görse de sonrasında tamiratlarla yeniden hayata dönmüş.

ÖNCE BÖREK, SONRA KÖFTE!
Vişegrad’da içtiğimiz acı birer kahvenin ardından, nehrin kıyısını takip edip Saraybosna’ya doğru yola koyulduk. Saraybosna merkezindeki Sebil Meydanı’na vardığımızda akşamüstü olmuştu. Karnımız acıktığı için önce yoğurtla servis edilen Boşnak böreğine, ardından da ‘cevapcici’ dedikleri Boşnak köftesine adeta yumulduk. Bu kısımları ne kadar anlatsak eksik kalacak, o sebeple siz siz olun yolunuzu Balkanlar’a düşürürseniz bu lezzetlerin tadına mutlaka bakın!
Saraybosna içerisinde akşam hava kararana dek gezdik. Safranbolu’nun arastası tadında bulduğumuz kentte neredeyse her dükkânda Türkçe bilen birilerine rastladık. Menüler de ona keza yine Türkçe hazırlanmıştı. Balkanlar’ın en fazla turist çeken kentlerinin başında gelen Saraybosna’nın merkezi, nehrin iki yakası ve tarihi Osmanlı evlerinin de bulunduğu sokaklarda bir müddet gezindik. Sonra yeniden Sebil Meydanı’na ve buradaki çeşmeye gelip yudum yudum suyumuzu içip, Saraybosna’ya veda ettik.

KÜÇÜK AMA KUSURSUZ
Havanın karardığı vakit Blagaj’daki kamp alanımız Adanovac River Camp’a varmıştık. Nehir kıyısında, ufacık bu kamp alanı Balkan turumuz boyunca karşılaştığımız en kompakt, bir o kadar da düzenli ve özenli işletmecilerin işlettiği sanırım tek kamp alanıydı. Yer gösterirken, sorularımızı cevaplarkenki kibarlıkları bizi çok mutlu etti. Nehir kıyısı olması sebebiyle sineklere önlem olarak tütsülerimizi yakıp, nehir keyfi sürerek uzun geçen günün yorgunluğunu attık. Ertesi sabah kamp alanımızın ufacık ama her detayın düşünülmüş olması bizi bir kez daha mutlu etti. Karavanlar için tuvalet boşaltım alanı, duşların temizliği, çadırla gelen misafirler için hazırlanmış özel masa ve sandalyeler, zeminin düzlüğü, aydınlatmanın yapısı, uyarıcı notlar ve bilgilendiri kitapçık. Bu kitapçık hem Blagaj, hem Mostar, hem de Saraybosna’ya dair GPS kodlarına kadar her detayı veren basit ama doyurucu bilgilerle bezenmişti, şaştık kaldık!

ALPERENLER TEKKESİ
Öğle vaktine dek kamp alanımızdaydık. Su depomuzu doldurduk, patlayan arka lambamızı işletmenin yardımıyla değiştirdik ve kamptan ayrıldık. Blagaj’da Alperenler Tekkesi’ni görmek istiyorduk. Kamp alanımıza çok yakın olan tekkeye ulaştık ve bir süre de yürüdük. 600 yıllık yapı, uzun süredir kapalıydı ve 2012 yılında restore edilerek yeniden açılarak turizme kazandırıldı. Buna Nehri’nin adeta üzerinde kurulu tekkenin görüntüsü gerçekten büyüleyici. Alperenler Tekkesi’ni gezip, bir de karşısına geçip buradan uzunca izledikten sonra Bosna Hersek’te çok merak ettiğimiz Mostar’a doğru yol aldık.

MOSTAR'A BAKARAK GÜNLER GEÇİREBİLİRİM!
Büyüleyici Mostar Köprüsü’ne, etrafındaki yapılara ulaşmak için sanki adımları iki iki atıyorduk. O dergilerden, televizyonlardan gördüğümüz Mostar’ın bizzat içerisindeydik. Köprü üzerine çıkıp akan giden Neretva Nehri’ni izlememizi, Mimar Sinan’ın inşa ettiği Karagöz Bey Camii içerisinden fona köprüyü alıp da elimiz belimizde hayretler içinde bakışımızı da unutmayacağım! Ben bu manzaraya bakarak sanırım günlerimi, haftalarımı geçirebilirim. Bosna’dan güzel duygularla ayrılıyoruz. Hem midemiz enfes lezzetlerle, hem de ruhumuz tarihi, güzel yapıların kareleriyle doydu. Bosna Hersek’te UNESCO tarafından korumaya alınan o kadar çok yapı ve yer var ki, UNESCO ülkeyi olduğu gibi korumaya alsa bu kadar uğraşmamış olur. Biz sadece Vişegrad, Saraybosna, Mostar ve Blagaj’da bulunduk. Ülkenin kuzeyi de eminiz ki yine bu kadar güzeldir. Yeniden Bosna’ya doğru çevirmek için direksiyonu, birçok sebep yarattık kendimize yarınlara dair...