İlk günlerden itibaren onlarca sanal müze, kitap ve dergi arşivi, müzik ve TV programları ücretsiz olarak yayınlanmaya başladı. Türkçede boşta kalmak denir ya işte biz de o boşta kalan zihinlere çok güvenemedik. Kaos anlarında herkes yapılandırılmış bir hayata ihtiyaç duyar diye düşündük.

Boşta kalmak

NESLİ ZAĞLI

Salgın Türkiye’de kabul edildikten ve herkese #EvdeKal çağrıları yapılmaya başladığından beri her yönden bir uyaran bombardımanı altındayız. Bakanlık, ulusal ve uluslararası kurumların açıklamaları, veri akışları, istatistikler derken olgular ve hatta ölümler… Böyle bir dönemde bilim insanlarının ve klinisyenlerin halka anlatacağı ve kamuoyunun kafasına “çakılması” gereken çok şey var bu doğru. Ama biz daha bunları idrak etmeye çalışırken inanılmaz bir hızla devreye sokulan psikososyal tedbirler de gündeme geldi. Bu çok doğal çünkü ruh sağlığı, fiziksel sağlıktan ayrı düşünülemez. Bu nedenle hemen psikiyatri ve psikoloji dernekleri ve uzmanları da devreye girip bize çok önemli ruhsal önlem ve gereklilikleri aktardılar. Buraya kadar da sorun yok; bedensel ve ruhsal hijyen kuralları iyice bellendi. Ancak özellikle #EvdeKalma lüksüne sahip bir kesim (başta sağlık çalışanları olmak üzere bu lüksü olmayan ve bulaşma riskiyle burun buruna yaşayan emekçiler dışındakiler) bu otoritelerle aynı hızda kültür, sanat, eğitim, spiritüel ve özel hayat lobileri tarafından da kuşatılmaya başlandı. İlk günlerden itibaren onlarca sanal müze, kitap ve dergi arşivi, müzik ve tv programları ücretsiz olarak yayınlanmaya başladı. Birkaç gün içinde sosyal medya üzerinden canlı yayınlar, mini konserler,şovlar gırla gitti. Çocuklarla evde hayatın etkin geçmesi adına çarşaf çarşaf oyunlar, etkinlikler yayımlandı. Ülkede bazı insanlar tüm riskleriyle hayatın içindeyken evinde kalanlar risklerin, kayıpların, derin ve gerçek korkuların seyircisi oldu. Tüm bu süreç sadece ve sadece birkaç hafta içinde gelişti ama insanlık namına çok büyük içgörüler kazanıldı. Öyle mi acaba?

Bana kalırsa bu baş döndüren süreç bize “yahu ne oluyoruz, ne ile karşı karşıyayız?” diye bir an olsun düşünme şansı vermedi. Ruh sağlığı uzmanları olarak da bu yaklaşımdan hiç kuşku duymadan sesleri yükselttik; evde kalanlar, rutinlerinize sahip çıkın! Çünkü kaygı halindeki insan için zaman kavramı nereye çeksen oraya giden başı boş bir şeydir. Türkçede boşta kalmak denir ya işte biz de o boşta kalan zihinlere çok güvenemedik. Kaos anlarında herkes yapılandırılmış bir hayata ihtiyaç duyar diye düşündük. Bu elbette bir yönüyle doğru ancak bu bazen de istemsiz bir baskı kaynağı olabilir. Bu süreçte çok sayıda insandan kitap okumak, resim yapmak, film izlemek gibi etkinliklere motive edilmelerine rağmen çok zorlandıklarını işittim. Onlara bunun çok doğal olduğunu, kaygının kara bir bulut gibi zihni gölgelerken üretken olmalarının zor olabileceğini söyledim. Ama işte tam bu noktada bir sorun var. İnsanlar sabahları zıpkın gibi kalkıp, en sağlıklı kahvaltıları elleriyle hazırlayıp, birkaç sanal müze gezip, ekmek yapıp, her gün en az bir film izleyip gevşeme ve telkinle günü tamamlamaları gerektiğini düşünür hale geldiler. Peki ya gün boyu gelen haberler, bildirimler, iç karartıcı videolar, gün be gün yakınımızda hissettiğimiz tüm o korkutucu olasılıklar? Bu birbirinin tamamen karşıtı olan iki durumun-etkin ve üretken baş etme ile durup, donup kalmanın- bir ortası yok mu? Biraz soğutamaz mıyız motoru? Biraz korkup sinemez miyiz?

Aslında salgın ve karantina döneminde yaşadığımız şey normal zamandaki kültürel hegemonyadan çok farklı değil. İyi hissetmek, iyi baş etmek, iyi çalışmak, iyi başarmak, iyi atlatmak, iyi okumak, iyi gezmek şimdi de en az önceki kadar önemli. Tek fark şu an bu “bütün” duruşun sanal mecrada olması. En etkin home ofis çalışma yöntemleri hemen internete döküldü. Evden çalışmanın guruları bile ortaya çıktı. Beyaz yaka çünkü onlar; elleriyle değil beyinleriyle para kazanıyorlar ve dünyaya dair hiçbir virüsün ne kendilerine ne de bilgisayarlarına bulaşmasına ihtimal vermiyorlar. Bu çağ konfor çağı ve dış dünyanın tehditleri skype toplantılarının duvarlarında şu an için hâlâ yankılanmıyor. Yeni çağ insanı karantina dönemini de en “cool” şekilde geçirmekte kararlı.

Arada bir korku, kaygı hissetse de bunu yatıştırmayı iyi biliyor. İnanın bunlara hiç itirazım yok. Herkes kendi OHAL’ini kendince yaşasın. Ben sadece soruyorum; hani bizim insancıl endişelerimiz, üzüntülerimiz, teselli edilemeyişlerimiz? 2020 yılında karşımıza en belirsiz, en kaotik, en tehditkar durum da çıksa modern insan hayatını en iddialı şekilde sürdürmeye yemin mi ettik? Gün boyu yeni olgu, yeni öykü ve yeni ölüm haberleri almaya devam ederken çocukların şaibeli online eğitimlerinin başında nöbet tutup en zeka geliştirici oyunları internetten sipariş etmek bizi müthiş ebeveynler mi yapacak? Ucu açık bu süreç içinde bu kadar telaşla bir şeyleri telafi etme hırsımızın anlamı ne? Bırakın çocuklar yüzümüzün düştüğünü de görsün, sonra onun baktığını fark edip gülümsediğimizi… Bir şeylerin ters gittiğini, çok iddialı oyun kurguları yapacak enerjimizin olmadığını, ama baş etmeye çalıştığımızı ve onları çok sevdiğimizi bilsinler. İnanın en azından şu geçirilen 15 gün için bu kadarı yeter. Zaten sonrasında adapte olur,çocuklarımız ve kendimiz için en etkin yolları buluruz.

Buraya kadar bahsettiğim tüm baş etme yöntemlerini ve ruhsal anlamda sağlıklı kalma önerilerini desteklediğimi belirtmek isterim. Benim sakıncalı bulduğum bu akımın baş döndürücü hızı ve bizim ne olduğumuzu anlamamıza fırsat tanımadan bir baskı yaratması. Düşünsenize tüm dünya genelinde 1-2 ayı geçmeyen bu zehir zıkkım pandemiyle ilgili ne iddialı atıflarda bulunuldu. Dünyanın ve kapitalist düzenin çehresi değişecek dendi. Bu salgın bize var olabilmek için bir diğerini var etmek gerekli olduğunu gösterdi dendi. Salgından sonra asla hiçbir şey aynı olmayacak dendi. Bunların hepsi kulağa hoş gelse de çok büyük laflar ve altında eziliyoruz. Bilmediği şey karşısında afallamış bir çocuk gibi korkuyoruz. Üstelik başta yönetenler olmak üzere kimseye güven duyamıyoruz çünkü #HalkCanDerdindeİktidarİhale. Her şeyi bir yana bırakın bize can verecek olan sağlık çalışanlarının bile can güvenliği yok; Türkiye’de ve tüm dünyada. Umutlu olmak bir zorunluluk değil bir ihtiyaç. Ama zamana ihtiyacımız var. Önümüzdeki süreç uzun. Yardım da ederiz, hayatın değişmesinde rol de alırız, birilerini olmasa da bir şeyleri de kurtarırız. Ama önce duygu çıksın bir ortaya, aksiyon almadan önce biraz kaygı payı kalsın, birkaç şişe çamaşır suyu bitsin, biraz ellerimiz paralansın. Ekmeği marketten alıverelim, dua biraz beklesin. Biraz izleyelim, anlayalım. Çok laf, çok gaf, çok bilgi, çok kaygı, çok öykü, çok acı, çok çaba, çok hayalkırıklığı var. Tam da bu nedenle sessizliğe ve dinginliğe ihtiyacımız var. #EvdeKal ve #KendineZamanVer Türkiyem.