Demokrat Parti 1954 yılında basın yasasında bir değişiklik yaptı ve  “Matbuat vasıtasıyla her ne surette olursa olsun, itibar kıracak veya şöhret veya servete zarar verebilecek bir hususun isnad edilmesi”ni yasakladı. Bu, elinizde iddianızı ispatlayacak belgeler olsa dahi, yöneticiler hakkında haber yapmanın, yani “ispat hakkı”nın yasaklanması anlamına geliyordu. Yine basın yasasında yapılan değişiklikle “basın yoluyla işlenen […]

Demokrat Parti 1954 yılında basın yasasında bir değişiklik yaptı ve  “Matbuat vasıtasıyla her ne surette olursa olsun, itibar kıracak veya şöhret veya servete zarar verebilecek bir hususun isnad edilmesi”ni yasakladı. Bu, elinizde iddianızı ispatlayacak belgeler olsa dahi, yöneticiler hakkında haber yapmanın, yani “ispat hakkı”nın yasaklanması anlamına geliyordu.

Yine basın yasasında yapılan değişiklikle “basın yoluyla işlenen suçlar”ın ağır ceza mahkemelerinde görülmesi uygulamasına gidildi ve Adnan Menderes bu değişiklikleri  “Bütün vatandaşlarımızın namus, şeref ve haysiyetlerinden emin olarak korkusuz yaşama hakkına sahip olmalarını temin etmek icap eder. Bu medenî cemiyetin şiârıdır. Hürriyet nizamı içinde yaşayan vatandaşların korkusuz yaşamasını istemek, hakların esasıdır” diye savundu.

1954 seçimlerinin ardından DP, dönemin ünlü muhaliflerinden Osman Bölükbaşı’nı vekil olarak seçtiği için Kırşehir ilinin ilçe yapılmasına, yeterince oy alınamadığı için de Malatya’dan Adıyaman ilçesinin alınıp il yapılmasına karar verdi.

Yine aynı dönemde muhalefet partilerinin seçim işbirliği yapmasını engelleyen ve muhalefetin radyodan yararlanmasını yasaklayan kanunlar çıkartıldı, yüksek yargı ve üniversite öğretim üyelerinden 60 yaşını ve 25 çalışma yılını dolduranların hükümet tarafından re’sen emekli edilmesine olanak veren bir düzenlemeye gidildi.

1955 yılının Ağustos ayında CHP bir açıklama yaparak, “Basın hürriyetini, hâkim teminatını, üniversite muhtariyetini zedeleyen ve vatandaşın iradesini serbestçe belirtmesine meydan vermeyecek şekilde seçim usullerinde değişiklik yapan, Kırşehir Vilâyeti’ni iktidara oy vermediği için lağveden kanunlardan sonra, artık serbest ve cezasız bir seçime” inanmanın mümkün olmadığını söyleyerek yerel seçimleri boykot edeceğini açıkladı.

Bu boykotla ilgili olarak dönemin yandaş yayın organlarından birinde yayınlanan bir yazıda, ”Buna muhalefet değil, sadece hıyanet denir. Muhalefetin tuttuğu yol komünist propagandasının uygulamasıdır” deniyordu.

13 Kasım 1955’te yapılan yerel seçimlere muhalefet partileri katılmadı ve seçime yüzde 37. 1 gibi son derece düşük bir katılım söz konusu oldu. O tarihten itibaren Demokrat Parti despotizminin de CHP muhalefetinin de şiddeti arttı, DP’nin meşruiyeti giderek zayıflarken muhalefet giderek güçlenmeye başladı.

64 yıl sonra bugün 64 yıl öncesine nazaran çok daha sancılı bir süreçle karşı karşıyayız. 1950 seçimlerinden sonra ilk kez, bir iktidar partisi, 7 Haziran seçim sonuçlarını fiilen tanımamasının ardından, bu sefer de hile ve usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle İstanbul seçimlerini tanıyıp tanımamayı ve seçimi tekrar edip etmemeyi tartışıyor.

Öte yandan başta CHP olmak üzere muhalefetten ise henüz böyle bir durumun söz konusu halinde ne yapılacağına dair yüksek sesli, güçlü, toplumu harekete geçirici bir açıklama yapılmış değil.

Oysa eğer İstanbul seçimlerinin tanınmaması gibi korkunç bir hukuksuzluğa imza atılırsa ve bunun ardından muhalefet hiçbir şey olmamış gibi yeniden seçime gitmeyi kabul ederse, bu Türkiye’de serbest seçimlerin sonu anlamına gelecek, iktidara sonuçlarını beğenmediği bir seçimi tanımama yetkisi fiilen verilmiş olacak.

Dolayısıyla, YSK’den seçimlerin iptal edilmesi gibi bir karar çıkması durumunda muhalefetin aktif bir boykotu hayata geçirmesi, güçlü bir boykot kampanyasına girişmesi, sadece bugünü değil, geleceği de kurtarmak açısından bir zorunluluk teşkil ediyor, bu yapılmazsa ülkenin sadece bugünü değil geleceği de rehin verilmiş olunacak çünkü.