AKP - MHP ittifakının evlilik cüzdanı olan 26 maddelik yasa teklifinin alelacele onaylanmasıyla seçim güvenliği ve adaletinin ne denli "yakıcı" bir mesele olduğu bir kez daha ortaya çıktı. İktidar blokunun tüm hesaplarının Türkiye tarihinin en şaibeli seçimini gerçekleştirmek üzerine kurulu olduğu belli. Böyle bir ortamda boykot tartışmasının alevlenmesi sürpriz sayılamaz; ancak boykota yüklenen anlamlar birbirinden epey farklı. Bazıları sandık boykotunun lafının edilmesini bile saçma buldu; bazıları ise "sonucu belli" bir seçime girmektense sandığa gitmemeyi tek geçer yol olarak savundu, savunuyor. Hangisi daha doğru bir yaklaşım? Bu sorunun cevabı düşündüğümüzden daha karmaşık.

Sandık boykotu ancak geniş kitleleri bir kurucu amaç etrafında politikleştirdiğinde, muhalefet için anlamlı bir sonuç doğuracağı düşünüldüğünde başvurulacak bir yöntemdir. Masada değil çekmecede durmalıdır. Güç dengeleri iyi analiz edilmediği için yakın dönemdeki boykot çağrıları muhalefet için yol açıcı olmamıştır. 2007 referandumunda CHP lideri Baykal boykota işaret etmiş fakat bu strateji hayır oyu verecekleri depolitize etmenin ötesine geçememiştir. Katılım %67.5 dolayında kalmış, düşük katılım referandum sonuçlarının tartışılmasına hizmet etmemiştir. 16 Nisana giden yolun taşları da işte o referandumunda döşenmiştir. 12 Eylül referandumunda ise Kürt hareketinin boykot kararı alması hedeflenen etkiyi yaratmamış, son kertede sandığa gitmeyenler nedeniyle Kürt şehirlerinde yüksek evet oyu çıkmış gibi bir illüzyon oluşmuştur. Demek ki boykot demek tek başına yeterli değildir; arkasında tutarlı bir siyaset, ince düşünülmüş bir strateji ve toplumsal mücadele ajandası olmalıdır.

Boykot ne şimdi feragat edilecek bir haktır ne de bugün nihai olarak kararı verilecek bir siyasi tutumdur. Muhalefet önümüzdeki süreçte üzerine düşen tüm sorumluluğu yerine getirir, başka bir siyasetin imkânını inşa eder ve mücadele dinamiklerini ortak bir amaç doğrultusunda örgütlerse zaten politik iradeyi belirleme gücüne kavuşur. O şartlar altında seçim hala iktidarın bir manipülasyonundan ibaret görülürse, oluşan dalga gerçek sandığı mücadele alanlarının tam göbeğine koyar; seçimini yapar. Aksi durumda, yani kurumsal siyasetin patinaj yapıp düzen dışı aktörleri bilhassa yalnızlaştırdığında boykot tavrı yenilginin cilalı ismine dönüşür. Tüm bu nedenlerle CHP yönetiminin boykota bugünden yeşil ışık yakması da şimdi yaptığı gibi kestirme bir tavırla elinin tersiyle itmesi de yanlıştır.

Seçime kadar yapılacaklar hiç de az değildir; boykotun başka biçimleri de buna dahildir. Bilimsel, laik eğitim boykotu örneğinde olduğu gibi iktidarın saldırılarına güçlü bir biçimde itiraz edecek aktif ve kitlesel yöntemler düşünmek elzemdir. Seçim güvenliği ve adaleti konusunda ise Saray ittifakı dışındaki tüm siyasetler ortak çalışmak mecburiyetindedir. Ancak bu çalışma yalnızca salonlarında, kapalı kapılar ardında ya da teknolojik altyapıya bel bağlayarak yürütülemez. Seçmenler bu çalışmanın örgütlü bir parçası olarak stratejinin belirlenmesinde söz sahibi olmalıdır. Uygulamanın sahası ise mahalle mahalle tüm memleket sathıdır. Girilemeyen sokağa girmek, nöbet tutulmayan sandık bırakmamak yalnızca seçim önlemi değil başarılı bir politik faaliyettir.

16 Nisan akşamı yaşadığımız siyasi basiretsizliğin tekrarlanmaması konusunda tüm muhalefet odakları halka taahhütte bulunmak mecburiyetindedir. Çeşitli bahaneler göstererek seçmenin iradesine sahip çıkmaktan kaçınmanın bu sefer telafisi yoktur. Referandum bir kırılmadır evet ama önümüzdeki seçim bir "son" seçimdir ve o seçim Saray ile laik cumhuriyet, halkı sömürenler ile onun hakkını hukukunu savunanlar, çoktan teslim olmuşlar ile hiç boyun eğmeyenler arasındadır.

"İslamcıların vicdanlısına seslenelim"; "eski AKP'lilerden muhalefete koçbaşı yapalım"; ideolojiden, siyasetten uzak "yurttaş çağrıları yayınlayalım" diyerek yeni yetmez ama evetçilik peşinde olanlar var. Tarihten hiç ders almadıkları da açık. Demokratik restorasyon diyerek eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapma derdindeler. Üstüne üstlük bunu da "yeni siyaset" olarak yutturmaya kalkıyorlar. Sanki bu memlekette hiç Tekel direnişleri olmamış, Gezi yaşanmamış, herkes kendi Hayır'ını örgütleyip sokaklara çıkmamış gibi davranıyorlar. Sol/sosyalist siyasetten uzak durmak için kırk takla atanlarla, "demokrasi cephesi" deyip seküler-ilerici güçler yerine defalarca "kandırılmış" olanlarla yürüyenlerle AKP-MHP ittifakına set çekilemez. Eğer esaslı bir karşı koyuş örgütlenecekse çubuk tersine bükülmeli; kamucu, laik, emekten yana bir mücadele hattında her siyaset omuz omuza ama farklı yerlere vurarak iktidar blokunu çatlamalıdır.