Attila Aşut

yazievi@yahoo.com

Bir zamanlar Türkiye basınında dil yazarları vardı. Kimi öldü; kimi yaşlandı, yazmayı bıraktı. 12 Eylül sonrası ideolojik nedenlerle TDK’nin dönüştürülüp içinin boşaltılmasıyla da bu alanda büyük bir boşluk oluştu. Üstüne üstlük sanal ağ, basılı yayınların önüne geçti ve ortam iyice denetimsiz kaldı…

Yaklaşık altmış yıldır dil yazıları yazan biri olarak bu bağlamda kendimi çok yalnız duyumsamaya ve de “Türkçenin donkişotu” gibi görmeye başlamıştım. Neyse ki Feyza Hepçilingirler dil yazılarıyla geri döndü de bu alanda “tek tabanca” olmaktan kurtuldum!

Haberi olmayanlara duyurmak isterim: Sevgili arkadaşımız, yıllar önce Cumhuriyet Kitap’ta yazmaya başladığı “Türkçe Günlükleri”ni artık her ay Varlık dergisinde sürdürüyor. İzlemenizi salık veririm.

***

MÜJDAT GEZEN GÜLDÜRÜYOR!

Müjdat Gezen, Cumhuriyet’teki yazılarıyla beni güldürüyor. Ama mizahıyla değil, bozuk Türkçesiyle! “Montaigne” başlıklı yazısının girişinde şöyle demiş: “Bana hem pek çok öğreten hem beni eğiten bir adamdır bu adam.” (Cumhuriyet, 9 Mayıs 2022)

“Pek çok öğreten…” Ne öğretmiş belli değil. “Pek çok şey öğreten” deseymiş hiç değilse. Ama tümcenin sonu daha da ilginç: “Bir adamdır bu adam.” Nasıl Türkçe ama?

Sonraki tümceler de anlamsız sözcük yığınlarından oluşuyor. Bir örnek:

“Çünkü insanoğlu her ne kadar değişiyor ve değiştiriyorsa da bazı fikirler yine de gelişiyor fakat eski tazeliğini koruyor. Genel geçen şeyler değil üstelik bize aktardıkları.”

Doğrusu ben pek bir şey anlamadım. “Genel geçen” sözünü de “genelgeçer” diye okumamız gerekiyor herhalde.

Müjdat Bey’in sahnedeki / ekrandaki komiklikleri çok güldürebilir insanları. O konuda yetenekli olduğunu söyleyebilirim. Ama yazarlık ciddiyet gerektiriyor. Biraz da Türkçe bilmeyi…

Aziz Nesin de öyküleriyle güldürürdü bizi ama derin derin düşündürerek…

***

YORUMSUZ!

Şükran Soner, bana göre Cumhuriyet’in en anlaşılmaz yazarıdır. Türkçe bilmediğine kalıbımı basarım! Bu yüzden yıllardır okumuyordum yazılarını. Geçenlerde Ahmet Say’ın ardından yazdığını görünce bir bakayım dedim. Şöyle bir tümce çıktı karşıma:

“Cumhuriyet gazetesi ailesi, yanında solda, halkın yanında, hak yolunda duruşları ile paylaşmış çok kalabalık dostlarının doğrudan tanıklıkları ile de öğrendiğim çok fazla birbirinden değerli gerçekler var.” (Şükran Soner, “Ahmet Say’ın Oğlu Fazıl Say”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2022)

Artık ben susayım, okur yapsın yorumunu!

***

“KEYFİYET” VE “KEYFİLİK”

Evrensel gazetesinin 18 Mayıs 2022 tarihli sayısındaki bir haberin başlığı şöyle:

“Görevine dönen engelli KHK’liye sürgün: Keyfiyet ve hukuksuzluk ‘engel’ tanımıyor”.

Defalarca yazdık: “Keyfiyet” keyfilik değildir. Bu sözcüğün anlamı “kalite, nitelik”tir.

Orhan Veli’nin dediği gibi: “Olmaz ki, böyle de yapılmaz ki!”

***

HAFTANIN NOTU

Sami Karaören, Cumhuriyet’e kanat gerenlerdendi

Çoğu insan onu, Cumhuriyet gazetesinden tanır. Uzun yıllar gazetenin yazı işleri yönetmenliğini ve ikinci sayfa editörlüğünü yapmıştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirmişti. Sanata, özellikle de şiire tutkundu. Sevdiği dizeleri topluluk önünde ezbere okuduğuna çok kişi tanık olmuştur. “Olaylar ve Görüşler” sayfasını yönetirken geniş bir aydın ve sanatçı çevresiyle tanışmış, yazın dünyasından dostlar edinmişti. Necati Cumalı’nın “Ay Büyürken Uyuyamam” romanına isim babalığı yapacak kadar içindeydi bu dünyanın...

Benim Sami Karaören’le tanışıklığım, Falih Rıfkı Atay ile Bedii Faik’in birlikte çıkardıkları Dünya gazetesi günlerine uzanır. Sami Bey o yıllarda bu gazetenin yazı işleri müdürü, ben de Trabzon muhabiri idim. Dünya gazetesi, baskıcı Demokrat Parti iktidarına karşı çok sert muhalefet yapıyordu. Ancak Süleyman Demirel Başbakan olunca, DP’nin ardılı Adalet Partisi’ne yanaştı. Yanaşmakla da kalmadı, sola karşı adeta savaş açtı. Falih Rıfkı Atay, 27 Mayıs sonrası sosyalistlerin Karadeniz’de örgütlenmesinden rahatsız olmaya başlamıştı. O günlerde solcuları “Rus ajanlığı” ile suçlayan ve Karadenizli devrimcilere “Mustafa Suphi’nin akıbeti”ni anımsatan talihsiz bir başyazı yazmıştı. Benim için bardağı taşıran damla oldu bu yazı. Trabzonlu bir sosyalist olarak 29 Ocak 1966 tarihinde Falih Rıfkı’ya çok sert bir mektup yazarak gazeteden istifa ettim. Mektubun bir kopyasını da bilgi için Sami Karaören’e gönderdim. Sami Bey de bir süre sonra gazeteden ayrılarak Cumhuriyet’e geçti. Yıllar sonra İstanbul’daki bir karşılaşmamızda, istifa mektubumda yazdıklarımın kendisini çok mutlu ettiğini söylemiş ve bana hak vermişti. Ardından ben de Cumhuriyet’in Trabzon muhabirliğini üstlenmiştim. Sonraki yıllarda “Olaylar ve Görüşler” sayfasında benim de yazılarım yayımlandı.

Sami Karaören, ödünsüz bir Türkçeci olarak yıllarca Türk Dil Kurumu’na emek vermişti. Onunla ortak yanlarımızdan biri de arı dil sevgimizdi.

Sanıyorum yüz yüze son görüşmemiz, 2004 yılındaki 1. Kuşadası Öykü ve Şiir Günleri’nde olmuştu. Etkinliğe katılan sanatçı arkadaşlarla bir akşam yemeğinde, yuvarlak geniş bir masanın çevresinde toplanmıştık. Güçlü belleğindeki dizelerle adeta bir şiir dinletisi sunmuştu bize.

Sami Karaören’le dostluğumuz ölümüne değin sürdü. Yazları Burhaniye’de, kışları İstanbul’da kalıyordu. Ünlü Sunar Sitesi’nde Halit Çelenk’in kapı komşusuydu. Halit Abi’yi ziyarete gittiğimiz bir gün, eşi Mehcure Hanım’la da tanışmıştık

Zaman zaman telefonda söyleşiyorduk. Eşinin ölüm haberini aldığımda da arayıp başsağlığı dilemiştim. 98 yaşındaydı. “Babıâli gazeteciliği”nin ve “Cumhuriyete kanat gerenler kuşağı”nın son temsilcilerinden biri olarak 11 Mayıs’ta ayrıldı aramızdan, “Güzel günlerimiz oldu” diyerek… Cumhuriyet gazetesi dendiğinde, Nadir Nadi ve İlhan Selçuk’la anılacak adı…