Biraz çocuktur. 8-9 yaşında girdiği erkek dünyasında, o yaşlara has her türlü acımasızlığa ortak olmuş, maruz kalmıştır.

Biraz çocuktur. 8-9 yaşında girdiği erkek dünyasında, o yaşlara has her türlü acımasızlığa ortak olmuş, maruz kalmıştır. Can yakmış, canı yanmıştır. Çocukluktan ergenliğe geç geçebilmiş, ergenlikten yetişkinliğeyse bir türlü ulaşamamış, oğlan çocuğu muhabbetinin bir yerine sıkışıp kalmış, bir türlü büyüyememiştir. Ne kadar çok parası olursa olsun oğlan çocuğu muhabbetinden vazgeçemez. Yatakhane şakaları, kötü espriler meslek hayatının sonuna kadar devam eder.

Biraz pervasızdır. Doğuştan sahip olduğu yeteneğinin sürekli takdir edilmesinden şımarmış, bu şımarıklık gündelik hayatına da yansımıştır. Konuşurken lafın nereye gideceğini bilemez. Bilse de umursamaz. Zaman zaman saygısızlaştığı olur.

Biraz kabadır. İçinde bulunduğu ortamda hiçbir şekilde “kibar” olma ihtiyacı hissetmez. Küfreder, sürekli pis konuşur, geğirir, osurur. Bunları iyi yaparsa takdir edilir üstelik. Ödüllendirilir. O meslekte var olabilmek için bunları yapmak zorundadır. Yoksa dışlanır.

Biraz utanmazdır. Her anlamda utanmazdır. Vücudunu asla sakınmaz, her yerde rahat rahat soyunur giyinir. Erkek arkadaşlarından hiç çekinmez. Yılların verdiği alışkanlıkla çok rahat onlara dokunur, el şakaları yapar. Kendisine el şakası yapılmasına tepki göstermez. Sanki henüz “alemlere” akmadığı o erken yaşlarında, cinselliği, zamanının tamamını birlikte geçirdiği hemcinslerinden öğreniyor gibidir.

Biraz çapkındır. Bunu biraz kibar yazdım aslında. Cinsel açıdan çok güçlüdür. Yaptığı iş gereği çok iyi beslendiği için libidosu yüksektir. Aklı fikri sürekli cinselliktedir. Buna paralel olarak gece hayatını sever, başka bir sınıftan geldiği için daha önce hiç görmediği insanların yanında olmak ona kendisini güçlü hissettirir. Gücünün tanımını yattığı kızla, gittiği mekanla, giydiği elbiseyle, yanındaki sosyetik “kankasıyla” yapar. Birçok kadınla yatar ama çok erken yaşta mutlaka evlenir. Yalnızdır çünkü aslında. Çocukluğundan beri evinden uzaktadır ve kendisini çekip çevirecek birisine ihtiyaç duyar. Genelde kendi sınıfından olmayan birisiyle evlenir. Ayrıca evlilik düzenli bir hayatın tek göstergesidir ona göre. Daha doğrusu “abileri” ona böyle öğretmiş, evlenmesini nasihat etmişlerdir.

Arabaya düşkündür. Araba onun için özeldir. Çok özeldir hem de. Eline geçen ilk paranın hepsini bir arabaya yatırır. Arabası en son model olmalıdır. Bir de ev alır, ilk iş olarak. İçinden geldiği sınıfta güvenlik algısı ev sahibi olmakla ilişkilidir çünkü. İlk iş başını sokacak bir eve sahip olunmalıdır. Genelde bu evi kendi üstüne yapmaz. İlk ev, hayır duası karşılığında anneye alınır. Zaten ailesine çok düşkündür. Hatta sıklıkla otoriter bir ebeveyn figürünün altında ezilir. Ya ana kuzusudur ya da babasından ödü kopar.

Paraya düşkündür. Bu doğal tabii... Ama öylesine düşkündür ki, parası sürekli dilindedir. Hafif palazlanınca durmaksızın paradan konuşmaya, birşeyler alıp satmaya başlar. Boş zamanlarında telefon elinde hep bir simsarla, komisyoncuyla, emlakçıyla konuşur. Alır satar. Babasıyla beraber tabii...

Ortalama bir profesyonel futbolcu işte böyledir.

Bir arkadaşım vardı. Dört büyüklerden birinin PAF takımında oynuyordu. Cumhuriyet gazetesi okuduğu için takımda ona “komünist” diye sesleniyorlardı. Böyle bir ortam...

İşte böyle bir çocuk daha 20’sine gelmeden kendisine bir menajer seçmek zorundadır. Genellikle ya bir yakını olur bu ya da yine “alemlerde” kendisinden büyük abilerinin menajer diye tanıştırdığı birisi. Menajer onun sadece kulüplerle yaptığı sözleşmeleri değil, hayatının her alanını yönetir. Eksik aklını menajer tamamlar. Yönlendirir. Sıklıkla da kendi amaçları doğrultusunda yanlış yönlendirir.

Çok ünlü, milli olmuş bir futbolcuyla konuşurken uzun saçlarının onu maçta rahatsız edip etmediğini merak etmiş, ardından sormuştum: “Niye kesmiyorsun saçlarını?” Cevabı şaşırtıcıydı: “Menajerim istemiyor.” Menajeri uzun saçlarının koşarken dalgalanmasının insanların aklında kaldığını, onu belirgin hale getirdiğini düşünüyormuş. O da bu yüzden kesmiyormuş saçlarını. Analizin derinliğine, pazarlama stratejisinin inceliğine gel!

Şimdi menajerliği tartışıyoruz. Ama tartışmanın bir yanı hep eksik kalıyor. FIFA belgesi olmayan menajerlerin görev yapamaması gerekiyor, doğru. Lakin sorunun diğer yanında bu çocukların nasıl menajer seçtikleri gerçeği yatıyor. Kulüpler bu çocuklara haklarını öğretmek için birşey yapıyor mu? Futbolculuların bir tür meslek içi eğitime ihtiyacı yok mu?

Kendisi menajerlik yaptığı  için suçlanan Ümit Karan geçenlerde televizyonda söyledi: “Ben bunun suç olduğunu bilmiyordum.” Evet, yılların tecrübelisi Ümit bile bilmiyor, çünkü kimse neyi nasıl yapması veya yapmaması gerektiğini öğretmiyor.

Ellerinde trilyonlarla ortalıkta ne yapacağını bilmeden gezen çocuklar bunlar. Ve “Bize adam gibi menajerlerle gelin” diyen koca kulüpler, bu çocukların mafyöz kılıklı menajerlerle düşüp kalkmaması için hiçbir şey yapmıyor.

Acaba kulüp yöneticilerinin de bu mafyöz kılıklı menajerlerle bir işi, ahbaplığı olabilir mi?

Yok canım. Daha neler!