Yeşilçam’ın duayen kötü adam karakterlerinin anılarında hep okuruz. Çoğu gerçek hayatta ya dayak yemiştir ya da sözlü saldırıya uğramıştır. Bu durum bize komik gelir. Çünkü bu bizim bilinç düzeyimizin aşağısında bir olaydır. Filmle gerçek hayatı ayıramayan insanlarla aramızdaki fark olayı bizim için komik yapar. İlber Ortaylı’nın kitaplarını Cumhurbaşkanlığı’na bağışlaması ve Kültür Bakanı danışmanı yapılmasının ardından süregiden tartışmalar ve hayal kırıklığı dalgası aklıma bu gerçekle kurguyu birbirine karıştırma halini getirdi. Hangi İlber Ortaylı gerçekti? Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda; “İlber Hoca” örneği üzerinden, sosyal medyanın bu imaj ve hayal kırıklığı yaratan etkisini tartışmak isterim.

Çok cahilsin capsleri
İlber Ortaylı’nın sosyal medyadaki popülaritesi ilkin kendisinin dışında oluştu. Onun çok bilmiş ve ukalalığı üzerine iyi yakıştıran halleri bir takım caps’lerin üretilmesine yol açtı. Bunlar onun ağzından çıkan şeylerden çok, onun çok bilmiş tavrını hicveden parçalardı. O capslerin en meşhuru “Çok cahilsin keşke ölsen” şeklinde olanıydı. Bu caps’le birlikte İlber Ortaylı bir kesimin kahramanı oldu. Adına açılan sahte hesaplar gerçekmiş gibi bir muamele gördü. Bir sürü sahte caps ortalığa saçıldı. O paylaşılan sözlerin ne kadarının İlber Ortaylı’ya, ne kadarının onun ikonik halinden faydalanmaya çalışanlara ait olduğu meselesi bile bir araştırma alanı haline geldi. Sonuçta onun cahillik karşısındaki tahammülsüz tavrı, sosyal medyanın, özellikle Twitter’ın sinist tavrıyla örtüşmüş ve sahiplenilmişti. Bu sahipleniş, Ortaylı’ya reklamlarda oynamaya kadar varan (haliyle kitaplarını da bestseller yapan) bir popülarite sağladı. Bir tarihçiye, bir akademisyene kolay kolay nasip olmayacak bu pop starlık mertebesi, Ortaylı’nın da hoşuna gitti. Zaten üzerinde olan bu snob tavrı o da iyice parlattı, işin eğlencesine vardı. O artık Richard Dawkins’in 70’lerde literatüre soktuğu tabirle meme (miim diye okunan) olmuştu. Caps’lerde yaşayan bir kahramandı. Sosyal medyanın muhalif kanadına göre elbette muhalefetin tarafındaydı. Bunu sorgulamak bile yersizdi. Ah şu cahiller olmasa memleket ne güzel bir yer olacaktı(!)

Gerçek İlber Ortaylı bu muydu?
İlber Ortaylı değerli bir akademisyen, tarihçi ve daha bir sürü şey olabilir ama o kısmı artık pek kimsenin umurunda değildi. Muhalifi olduğuna kesinkes emin olunan bu iktidar döneminde Topkapı Müzesi Müdürlüğü filan yapabilmiş olması kimseyi ilgilendirmiyordu. Muhalif olmak veya olmamak bugüne kadar verdiği eserlerin, yaptığı çalışmaların değerini azaltır mıydı? Kimin umurundaydı ki o artık “Çok cahilsin keşke ölsen” capslerinin kahramanıydı, o artık bir muhalefet ikonuydu. Ancak o da ne? Yoksa İlber Ortaylı bir dönek miydi? Capsleri gerçek sananlarımız için kuşkusuz öyleydi.

Caps’lerden kara mizaha bir yol var…
Ortaylı’nın son hareketinden sonra yaşanan şok etkisi, Netflix’in kara mizah türündeki yeni animasyon dizisi Paradise PD’nin Black and Blue isimli bölümündeki paradoksal medya eleştirisini aklıma getirdi. Olay şu: Siyahi bir polis memuru yanlışlıkla kendi kendini silahla vurarak yaralıyor. Bu gelişme sıcak haber olarak haber bültenlerine giriyor. Tabii normal şartlarda haberin “bir polis kendi kendini vurdu” diye girmesini beklerseniz ama hicvin işlemesi için olaylar başka türlü gelişiyor. Bir siyahın vurulmuş olması CNN için başat öğe oluyor ve haber “masum bir siyah daha polis tarafından vuruldu” vurgusuyla veriliyor. FOX ise vurulan siyah adamın da tehlikeli bir tip olduğunu hatta silahlı olduğunu söyleyerek vuran polisi savunuyor. Kendi kendini vuran siyahi polis, haber bültenlerine çıkarak ikisinin de aynı kişi yani kendisi olduğunu anlatmaya çalışsa da nafile. O noktadan sonra onu kimse dinlemiyor. Tıpkı şu noktadan sonra kimsenin gerçek İlber Ortaylı’yı dinlemeyeceği gibi. Ona mesafeli hatta eleştirel duran kimi yandaşların bir anda sahiplenişine karşılık onu sevgiyle sahiplenen bir kısım muhalifin hızla tu kaka edişi, kendi kendini vuran siyahi polis memurunun haline çok benziyor. Olay hızla kendisinin kara mizahına dönüşüyor.

Burada sosyal medyanın isyan noktası şu: Kendisine “çok cahilsin keşke ölsen” capsi yakıştırılan o bilge insan nasıl olur da bizim gibi düşünmez? Peki önceden bizim gibi düşündüğüne neden bu kadar eminiz? Daha ötesi biz kimiz? Sosyal medyanın yarattığı gerçeklik üzerinden bir “tutarlılık” arama hakkını neden kendimizde görüyoruz? Kesinlikle İlber Ortaylı’yı eleştiriden azade bir zemine çekmeye çalışmıyorum. Olayların tamamen kendisinden bağımsız geliştiğini de söyleyemem. Ancak sosyal medyada hep birlikte yarattığımız İlber Ortaylı imajını gerçek sanma yanılgımıza dikkat çekmek isterim naçizane. Henüz emekleme halinde olan medya okuryazarlığımızın bir boyutu da bu çünkü.

Madem sosyal medyada edebi türlerden en çok taşlamayı seviyoruz. Bazen ilk taşı kendimize doğru atmakta fayda var; en günahsız tarafımızla, en günahlı tarafımıza…