Şanlı Gezi Direnişi’ni anlatan, anımsatan milyonlarca fotoğraf karesinden en çok aklımda kalan, Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi’nin çatısından aşağı sallanan o iri puntolu harflerle yazılmış şu iki sözcüktür:

"Boyun Eğme!.."

Belki de, hem o dönemin ruhunu hem de genel anlamda içinden geçtiğimiz bu kapkara dönemi en özlü, en doğru şekilde yansıtan ve en moral verici slogan budur.

Dün, ölümünün 84’ncü yıldönümünde özlemle andığımız, bağımsızlık savaşımızın başkomutanı, Cumhuriyetimiz’in kurucusu Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de tüm yaşamına ve bu kısa yaşama sığdırdığı mücadelesine hakim olan anlayış, işte bu iki sözcükte özetlenmişti.

Daha gencecik bir öğrenci olduğu dönemden başlayarak, içinde yer aldığı tüm siyasi mücadele ve askeri muharebelere damgasını vuran bu "boyun eğmez ruh" sayesinde, Anadolu halklarını emperyalist düşmana karşı tarihte görülmemiş bir ustalıkla örgütlemiş, düşmanı kovaladıktan sonra da, bu topraklar üzerinde, belki de sadece ülkenin değil bu bölgenin tarihini dönüştürecek bir başarıya imza atarak Cumhuriyet rejiminin kurulmasına önderlik etmişti.

O’nun bu "boyun eğmez ruhu"nun verdiği ilhamla ve onun emanetine sadık kalan genç nesillerin birbirine devrettiği mücadele bayrağından alınan güçle, ATATÜRK devrimleri hayata geçirilmeye ve yaşatılmaya devam etmiştir.

İşte, özellikle geçen 20 yıl içinde bu devrimleri etkisizleştirme, sürekliliğine set çekme ve en uygun fırsatta ortadan kaldırma amacı ile atılan adımlara karşı durmanın tek çaresi de ATATÜRK’ün mirası olan bu şiara sıkı sıkıya sarılmaktır.

Cumhuriyet’in, yani saltanatı yıkarak kurulan rejimin en vazgeçilmez unsurlarından biri "imtiyazlı ve kayırılan kitlelerin var olmasını önleme" fikridir. Bir başkası ve en önemlilerinden biri de, bu toprakların halkını dünyanın gerisinde bırakan hurafelerin, bağnazlığın ve bilim düşmanlığının ortadan kaldırılması için, "laiklik" ve "medeni yasa" başta olmak üzere, Cumhuriyet’in en hayati devrimlerle tahkim edilmesidir.

Bugünkü rejimin yaptıklarına baktığımızda, attıkları her adımın, bu vazgeçilmez hayati ilkelere karşı amansız bir savaşın izlerini görüyoruz.

İmtiyazlı bir "parti - sınıfı", kendisini toplumun geri kalan kesiminin üzerinde görün bir avuç tufeyli tayfanın küstahlıklarını, en önemlisi de yönetici "Saray Kliki"nin, saltanat benzeri bir tavırla baskıcı rejimi güçlendirme çabalarını, yukarıda anlattığı muhtevaya örnek olarak gösterebiliriz.

Bir yandan da, bir kısım muhalefetin de inanılmaz derecede akıl dışı aymazlıklarından yararlanarak, laikliğe karşı çevreler 1923 öncesine dönecek biçimde güçlendirilerek, "hurafelere dayalı bir devlet ve anayasa düzeninin hortlatılması", açıkça amaçlanmaktadır. 21’nci yüzyılın 22 yılının geride bırakıldığı bir dönemden geçerken, "başı açmanın" (2022 İran’ı) değil, tam tersine "başı örtmenin" (1979 İran’ı) bir özgürlük olarak sunulmaya çalışılması gibi bir çılgınlık yaşanmaktadır.

Parlamento’daki üçüncü büyük gruba sahip siyasi partinin yani HDP’nin "meşruiyeti" tartışma konusu yapılmakta, akıllara durgunluk verecek şekilde, "Görüşülmesi caiz midir, vacip midir, meşru mudur, farz mıdır, sünnet midir?" tartışmaları açılmaktadır.

Bu ülkenin İçişleri Bakanı, "Kürtçe şarkı söylenen konserlerin yasaklanmasını" savunabilmekte, aynı zat HDP binalarına saldırılması hadiselerini "oh ellerine sağlık" mealinde sözlerle desteklemekte, açıkça kendisine verilmemiş bir suç işleme imtiyazını kullanmaktadır.

Hükümeti, "ekmeğin besin değeri" ve "bunun üzerinden insanların zihinsel gelişimleri" gibi bir tartışma bağlamında eleştiren bir kişi, anında zindana atılmakta, öğretmenlerin ya da başka meslek mensuplarının en doğal haklarını savunmak için yapacakları bir basın açıklaması polis şiddetiyle engellenebilmekte, Alevi- Bektaşi toplumu ile adeta dalga geçerçesine, on milyonlarca "farklı inanç" sahibi "Şahsım"a (Saray’a) bağlanarak, bir insanlık cinayeti işlenebilmektedir.

İktidar sahipleri, seçimle sandıkta yitirdikleri onlarca belediye başkanlığına kayyum atama ayıbının üzerine adeta "tüy dikercesine", ülkenin en büyük kentinin belediye başkanının yargılandığı davada hakime baskı yaparak "Ceza vereceksin, görevden alınmasını ve siyasi yasak getirilmesini sağlayacaksın" diye yargıya talimat verme ayıbına imza atabilmektedir.

Ve bu ülke, bu koşullarda hayati ve tarihi bir seçime doğru hızla yol almaktadır.

Demokrasiden yana herkesin, tam da bu tarihi dönemeçte güçlerini birleştirerek, önlerindeki görevi kavramaları zamanının geldiği aşikardır.

İşte tam da bu nedenle, "Boyun Eğme" sloganını dağa taşa yazmanın, yüreklere kazımanın ve faşizan baskılara karşı, demokrasi güçlerini hayatın her alanında kol kola mobilize etmenin zamanı, bugün değilse ne zamandır?