Sertellerden bugüne Türkiye’de gerçek manada gazetecilik, hep suç sayıldı. Gazeteciler katledildi, cezaevlerinde konuldu. Baskı hiç değişmedi. Ancak onlar suçladıkça, Sertellerin devam ettiği gibi biz de devam edeceğiz: “Haber suç konusu olamaz, gazetecilik suç değildir!”

Boyun eğmeyen kalem: Zekeriya Sertel

UĞUR ŞAHİN
ugursahin@birgun.net
@uugurs

“Zannediyorum, iddia makamı da yazılarımda hiçbir suç unsuru bulamamış olacak ki, iddianamesinde yazılarımı tahlil ederek iddiasını tevsik edecek parçalar ve fıkralar arayacak yerde, iki gazetenin neşriyatını birbirine karıştırarak bana söylemediğim sözleri söyletmek, aklıma gelmeyen fikirleri atfetmek ve bu suretle mevcut olmayan bir suçu varmış gibi göstermek zorunda kalmıştır.” *

Bu sözler, basın özgürlüğü mücadelemizin en önemli isimlerinden Zekeriya Sertel’in 1946 yılında hâkim karşısında verdiği savunmasından… Günümüzde gazetecilere yönelik suçlamaları inceleyince, “iddia makamı”nın aradan geçen onlarca yıla rağmen hiç yaratıcı olmadığını söylemek mümkün. Basın ve ifade özgürlüğü konusunda son derecede vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz şu günlerin, Sertel’in yaşadığı dönemden en belirgin farkı, birisinin tek parti döneminde, diğerinin ise “demokrasi” döneminde yaşanıyor olmasından ibaret.

“Boyun eğmez kalem” Sertel’in basın tarihine damga vuran mücadelesi, biz gazetecilerin hâlâ sürdürdüğü mücadeledir: “Gazetecilik suç değildir!”

Zikri’den Zekeriya’ya…
Asıl adı “Zikri” olan Zekeriya Sertel, 1890 yılında Makedonya Ustrumca’da, varlıklı bir ailenin çocuğu olarak doğar. İlköğrenimini doğduğu kasabada tamamlayan Sertel, lise yıllarına geldiği vakit, adını Zekeriya olarak değiştirir. Selanik’te hukuk eğitimi gören Zekeriya Sertel, Yunus Nadi’nin başında olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yayın organı olan Rumeli’de gazeteciliğe başladığında henüz 19 yaşındadır. Kaleme aldığı anısında**, o günler için, “Ben gazeteciliğe ilk olarak bu küçük gazetede başladım… …Hayatımı kazanmak zorundaydım” der.

Durkheim’in öğrencisi
Selanik´in işgalinden sonra İstanbul’a gelen Zekeriya Sertel, burada Tasvir’i Efkar gazetesinde çalışır. Takvim, 1913 yılını gösterdiğinde, Maarif (Eğitim) Bakanlığı’nın yurtdışına gönderdiği öğrenciler arasında yer alır ve Paris’te Sarbonne’de sosyoloji öğrenimine başlar. Burada ünlü sosyolog Emile Durkheim’in öğrencisi olur. 1. Dünya Savaşı’yla birlikte İstanbul’a döner ve Turan'ı çıkarır.

New York Times’da yazı
Sonrasında ise ilk Türk kadın gazeteci olan Sabiha Sertel ile evlenir. 1919 yılında Halide Edip Adıvar’ın yardımıyla eşiyle birlikte New York’a eğitim için gider. Columbia Üniversitesi’nde Gazetecilik Okulu’nda eğitim gören Zekeriya Sertel, ABD’de olduğu dönemde, New York Times gazetesinde, Mustafa Kemal hakkında baştan aşağıya yalanlarla dolu bir başyazı görür. Bunun üzerinde bir mektup kaleme alır ve New York Times gibi bir gazetede, ‘nasıl böyle bir hata yapılabildiğini’ sorar. Üzerinden henüz iki gün geçmiştir ki, Sertel’e cevap gelir ve Sertel, gazetenin başyazarları ile görüşmeye davet edilir. Sonrasında Kurtuluş Savaşı’na dair Zekeriya Sertel’den yazı istenir ve böylece New York Times’ta, Sertel’in ilk yazısı çıkar.

boyun-egmeyen-kalem-zekeriya-sertel-462873-1.
Sabiha ile Zekeriya Sertel

Muhalif yazılardan üç yıl sürgünlük…
1923’ün ortalarında Türkiye’ye geri dönerler ve Zekeriya Sertel, Basın Yayın Genel Müdürü olur. Ancak bu görev uzun sürmez, Sertel “sansür” nedeniyle istifa eder. Bu dönemde Cumhuriyet gazetenin kurucuları arasında yer alır. Ardından “mesai ve hayat arkadaşı” Sabiha Sertel’le birlikte Resimli Ay dergisini çıkarmaya başlar. Zekeriya Sertel’in, “Gazetecilik hayatımın en önemli ve ilginç dönemi” olarak bahsettiği Resimli Ay’da, eğitim ve yetim çocuklar gibi sorunlar işlenir. Daha ilk sayısında büyük başarı elde eden Resimli Ay, aylık olarak yayımlanır ve yazarları arasında Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali gibi muhalif isimler de yer alır. Zekeriya Sertel, dergideki yazıları nedeniyle Ankara İstiklal Mahkemesi’nde yargılanır ve üç yıl sürgünlüğe mahkûm edilir. Sonrasında ise derginin yönetimini, Sabiha Sertel devralır. Serteller’in kızı Yıldız Sertel, bu durum için, “Annem onu [Resimli Ay] çok büyük zorluklarla çıkarıyor. Babıâli’de tek başına bir kadın…” yorumunda bulunuyor.*** Dergi, 1931 yılına dek ayakta kalmayı başarır.

boyun-egmeyen-kalem-zekeriya-sertel-462876-1.
Nazım Hikmet’in Resimli Ay’da başlattığı "Putları Yıkıyoruz” kampanyasından

1930’da Son Posta gazetesini çıkaran Zekeriya Sertel, burada yayımlanan yolsuzluk haberi nedeniyle tekrar hapsi boylar. Aftan yararlanıp çıkar ve 1936’ya Ahmet Emin Yalman ve Halil Lütfi ile birlikte Tan gazetesinin yönetimine geçer. Tan, dönemin önemli yayın organlarından biri haline gelirken, Tan’ın derdi, “Türkiye Nazilerle birlikte savaşa girmesin” dir. Sertellerin yönetiminde Tan, yükselen ırkçılıkla mücadele ettiği gibi faşizme karşı mücadelesinden de bir adım geri atmaz ve Sovyetler Birliği ile iyi ilişkiler kurulmasını savunur.

boyun-egmeyen-kalem-zekeriya-sertel-462877-1.
Tan Gazetesi

Faşistlerden Tan Baskını
Bu dönemde tek partiye karşı, ikinci bir parti kurmak için hazırlık yapan Adnan Menderes, Celal Bayar ve Tevfik Rüştü Aras’ın da aralarında olduğu bir grup, Sabiha ve Zekeriya Sertel ile “parti yayını yapacak” bir dergi çıkarmak konusunda mutabakata varır. Derginin adı, “Görüşler” olarak belirlenir. Dergide, Menderes ve Köprülü de yazılar kaleme alacaktı. (Tan Baskını’ndan sonra Menderes ile Bayar söz konusu dergiyle ilişkisinin olmadığını söylemiştir.) Görüşler’in yayımlanmasının ardından ırkçı-sağcı basın, Tan gazetesine saldırıda vites büyütür. Zekeriya Sertel’den çok, Sabiha Sertel hedef gösterilir.

boyun-egmeyen-kalem-zekeriya-sertel-462875-1.
Tan Baskını sonrası Akşam gazetesi

“Kalkın ey ehl-i vatan"
3 Aralık 1945’te, Tanin gazetesinde Hüseyin Cahit Yalçın imzasıyla, “Kalkın ey ehl-i vatan" başlıklı bir yazı yayımlanır. Söz konusu yazıda Yalçın, adeta bir hücum emri vermişti. Memleketi sevenleri komünistlere karşı mücadele etmeye çağıran Yalçın’nın hedefindeki isimler, Sertellerdir..

boyun-egmeyen-kalem-zekeriya-sertel-462874-1.
Yalçın'ın Tanin'de kaleme aldığı, Kalkın ey ehli vatan' yazısı

4 Aralık 1945 günü kalabalık bir faşist güruh, matbaayı basar ve matbaa makineleri balyozlarla tahrip edilir. Zekeriya Sertel, anılarını kaleme aldığı kitapta, Tan Baskını’na dair şunları ifade eder: "4 Aralık 1945 gününün sabahı üniversiteli faşist gençler ellerinde önceden hazırladıkları baltalar, balyozlar ve kırmızı mürekkep şişeleriyle matbaaya saldırdılar. Orada bekleyen polisler olup bitene seyirci kaldılar. Görevlerini yapmaya kalkmadılar. Göstericiler, baltalarla matbaa kapısını kırıp içeri girdiler. Makinaları balyozlarla kırdılar. Binanın camlarını indirdiler. İçindeki eşyayı kırıp döktüler. Sonra ellerinde kırmızı boya şişeleriyle ‘Serteller nerede’ naralarıyla bizleri aramaya koyuldular. Amaçları, bizi çırılçıplak soyup üzerimize kırmızı boya dökmek ve akabinde önlerine katıp sokaklarda ‘İşte kızıllar’ diye sergilemekti.”

Saldırganlar arasında Demirel de var
“Kanun adına, hükümet adına, memleket adına yüz kızartıcı bir rezalet sayılabilecek olan bu 4 Aralık olayından ötürü sonunda kim tutuklandı, bilir misiniz? Biz. Yani, ben, eşim Sabiha Sertel ve Cami Baykurt.”

Tan Baskını’nın göz ardı edilmemesi gereken bir detayı vardır: Yaşananlar, güç kullanılarak medyayı susturmaya yönelik girişimlerin ilk örneğidir. (Yıllar sonra saldırgan grubun içinde 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de olduğu iddia edilmiş, Demirel daha sonra saldırılarda yer aldığını itiraf etmişti.)

25 yıllık “ayrılık”Serteller, Tan Baskını’nın ardından tutuklu olarak yargılanırlar; beraat ederler ancak baskıdan kurtulamadıkları için çareyi ülkeden ayrılmakta bulurlar. Serteller önce Paris’e, daha sonra ise Bakü’ye gider. 2 Eylül
1968 tarihine Sabiha Sertel’in yaşamını yitirmesinin ardından Zekeriya Sertel, yeniden Paris’e yerleşir. Tarih 1969 yılını gösterdiğinde Zekeriya Sertel, “vatanında ölmek için” uçakla Türkiye’ye gelir. Ancak Sertel, Yeşilköy Havaalanı’nda bir gece “misafir edildikten” sonra sınırdışı edilir. Sertel, ülkeye dönüşünün engellenmesini Danıştay’a taşır ve davayı kazanır. 25 yıllık “ayrılık”tan sonra Türkiye'ye dönebilir. Kış aylarını geçirmek için kızı Yıldız Sertel’in yayına Paris’e gittiğinde 90 yaşında hayatını kaybeder.

Sertellerden bugüne değişmeyen “suç”
Zekeriya Sertel, kaleme aldığı anısında, “Geri kalmış memleketlerde gazetecilik zevkli ama tehlikelidir. .. Ölüm, hapis her türlü işkence sizi bekler. Ben böyle bir dönemde gazetecilik yaptım. Dört kez hapse girdim,. Yüzlerce kez gazetem kapandı, sonsuz kayıplara katlandım. Tehdit gördüm, tahkir gördüm” der.

Sertellerden bugüne Türkiye’de gerçek manada gazetecilik, hep suç sayıldı. Gazeteciler katledildi, cezaevlerinde konuldu. Baskı hiç değişmedi. Ancak onlar suçladıkça, Sertellerin devam ettiği gibi biz de devam edeceğiz: “Haber suç konusu olamaz, gazetecilik suç değildir!”

*Davamız ve Müdafaamız, Sabiha-Zekeriya Sertel, Can Yayınları

** Hatırladıklarım, Zekeriya Sertel, Can Yayınları

*** Türkiye Sözlü Basın Tarihi, Suat Gezgin, Veli Polat, H. Esra. Arcan, İş Bankası Kültür Yayınları