Game of Thrones ilk sezonundan itibaren televizyon tarihinin en iyi yapımları arasında yer aldı. George R.R. Martin’in roman serisinden uyarlanan hikâye zaten çok güçlüydü ama diziyi yapan ekip de bu gücün etkisinde kalıp kolaycılığa düşmedi, sanki hayatları buna bağlıymışçasına sağlam bir anlatı örgüsü kurmak için çalıştılar. Karakterlerin güçlü ve zayıf yanları ince ince işlendi, dramatik […]

Game of Thrones ilk sezonundan itibaren televizyon tarihinin en iyi yapımları arasında yer aldı. George R.R. Martin’in roman serisinden uyarlanan hikâye zaten çok güçlüydü ama diziyi yapan ekip de bu gücün etkisinde kalıp kolaycılığa düşmedi, sanki hayatları buna bağlıymışçasına sağlam bir anlatı örgüsü kurmak için çalıştılar. Karakterlerin güçlü ve zayıf yanları ince ince işlendi, dramatik yapı en akıl almaz olay ve gelişmeleri bile inanılır kılan sağlam bir diyalektik bağ ile örüldü.

Bu diyalektik örgü sayesinde seyirciler, mesela dizinin başlangıcında masum bir kız çocuğu olan Arya Stark’ın ailesinin intikamını alma hırsıyla yanan acımasız bir suikastçiye dönüşmesinin doğallığına tanıklık etti. Ya da mesela kız kardeşi olan kraliçeyle ilişkisini gizlemek için bir çocuğu öldürmeye kalkışacak kadar alçak bir karakter olan Jaime Lannister esirliği sırasında öyle bir tragedya coğrafyasından geçmişti ki, iyilerin yanında yer alan bir kahramana dönüşmesi kaçınılmazdı.
Tüm sezonlar seyirciyi ağzı açık bırakacak biçimde sona eriyordu ama yaşananlar sadece Game of Thrones evreninde değil gerçek dünyada da eşyanın tabiatına uygun biçimde gelişiyordu. Bunda dizideki taht kavgalarının Avrupa tarihindeki hangi hanedan savaşlarına denk düştüğüne dair tarihselleştirmeci tartışmaların da payı vardır belki, ama dizinin bu kadar çok sevilmesini sağlayan asli unsur anlatı yapısının mantıklı mimarisiydi.

Sonra, tarihsel bir fiyasko olarak final sezonu geldi.

2017’de yayımlanan yedinci sezondan sonra dizinin yayınına iki yıl ara verilmiş, 2019’da yayımlanacak sekizinci sezonda hikâyenin nihayete ulaşacağı açıklanmıştı. Ama Game of Thrones’u yaratan ekip seyirciye ne hikmetse ilk yedi sezonun birikimini ve anlatı bütünlüğünü tamamen yok sayan berbat bir final sundu. Karakterlerin bir teki bile sekiz yıldır incelikle kurulan yapıya uygun, inandırıcı, mantıklı bir sona ulaşamadı. Yapım-yönetim ekibi sanki “Hadi çabuk, şu masanın üstünü sil de gidelim” dercesine yalapşap bir iş çıkarmıştı. Belki Game of Thrones bu yönüyle de TV tarihinin örnek vak’alarından olabilir.

Gerçek dünyada olaylar çok ilginç biçimde gelişti: Game of Thrones izleyicileri bu ‘bozuk sezon’a çok sert tepki gösterdi. Milyonlarca insan yapımcı-yönetmenlerin tuhaf bir keyfilikle koca bir anlatı evrenini nasıl yıktığına tanıklık etmişti. Final sezonunun yeniden çekilmesi için imza kampanyası bile başlatıldı.

Bir dizi için bunca gürültü koparılması abartılı ya da gerçeklik açısından sıkıntılı görünebilir. Ama bu sefer olanlar, örneğin Kurtlar Vadisi’nde ölen Çakır karakterinin ardından yayımlanan başsağlığı ilanları gibi basit bir fanatizmin sonucu değil, bariz bir hak ve adalet arayışının kültürel boyutundan bir parça. Final sezonunun anlatı bütünlüğü ve diyalektikle korkunç ilişkisine tepki gösteren kesimlere bakın, çoğunlukla eğitimli gençleri ve beyaz yakalıları, Trump başkan seçilirken bu faşistin Beyaz Saray’a gitmemesi için canını dişine takanları, Haziran 2013’te Gezi Direnişi’ne katılanları göreceksiniz. Demokrasiyi anti-demokratik emellerine ulaşmak için bir araç olarak kullanan baskıcı iktidarlara “Yeter!” diyen gençler bunlar; bu dizi özelinde de aslında güzel kurulmuş bir anlatıda diyalektik gelişim yasalarının ihlal edilmiş olmasına itiraz ediyorlar.

Bazen apolitik gibi görünüyor olabilirler ama öyle değiller; bu tepkilerini gündelik yaşamda tutulmayan diğer sözlere, bozuk düzene de yöneltiyorlar. Bizim bildiğimiz ve alıştığımız gibi değil belki, ama bu farklılıklar da diyalektiğe dahil zaten.