Kapitalizmin krizleri, tarihsel olarak sistemin pürüzlerini temizlemek, onarmak ve böylece sermaye birikimi ve büyüme...

Kapitalizmin krizleri, tarihsel olarak sistemin pürüzlerini temizlemek, onarmak ve böylece sermaye birikimi ve büyüme süreçlerini canlandırmak işlevi görmüştür. 2008-2009 krizine de iki önemli “pürüz” yol açmıştı. Bunları hatırlatalım ve sorgulayalım: Kriz sayesinde bu türden bir “onarım” gerçekleşti mi?

Birinci pürüz, kâr hadlerinin aşındığı bir dönemde, finans kapitalin artı-değerden aldığı paydaki aşırı artışlarla ilgiliydi. Bu sürece abartılı bir borç ekonomisi ve finansal balonlaşma refakat etmekteydi. Metropoldeki kriz, finansın gücünü hafifletmedi. Tam aksine, iktidarlar “finans kapitali kurtarma” hedefine öncelik verdiler ve iki önemli sonuca yol açtılar.

Birincisi, finans çevreleri kemer sıkma politikalarında israrcı oldular ve 2010’da Batı ekonomilerinde başlayan büyüme ivmesini frenlediler. Bir büyük durgunluk dönemine böyle geçildi.

İkinci olarak, Avro bölgesinin zayıf halkalarının sorunları, dalga dalga büyüyen bir borç krizine dönüştürüldü ve Avrupa’dan başlayarak ABD’ye yayılacak yeni bir finansal çalkantının tohumları böylece saçıldı.

***
Uluslararası krize yol açan ikinci “pürüz”, dünya ekonomisinin ana blokları arasındaki kaynak akımlarında (ve bunların ana öğelerinden biri olan cari işlem dengelerinde) gerçekleşen patolojik bozulmalarla ilgiliydi. Krizin arifesinde, bu dengesizlikler sürdürülemeyecek boyutlara ulaşmıştı.

Kriz, bu bozuklukların onarılmasına, düzeltilmesine yol açtı mı? IMF verilerinden türetilen aşağıdaki tabloya bakalım. Tablo, dünya ekonomisinin “bozuk ayarları”nı içeren kriz arifesinde (2007’de), krizin içinde (2009’da) ve sonrasında (2011 öngörülerine göre) ana blokların cari işlem dengelerini veriyor. (“Eksi”ler, dış açık, “artı”lar dış fazla anlamına gelir.)

***

Kriz arifesinde (2007’de) dünya ekonomisindeki “bozuk ayarlar” ile ne kastediyoruz? Dünyanın en varlıklı ülkesi olan ABD 710 milyar dolarlık dış açık vermektedir. Böylece, Çin’in, petrolcülerin, ayrıca Japonya’nın tasarrufları, ABD’nin abartılı tüketim düzeyinden ve emperyalist yayılmacılıktan kaynaklanan dış açıklarını karşılama görevini üstlenmiştir. Dış dünyadan ABD’ye milli gelirin yüzde 6’sı civarında kaynak aktarılmaktadır. Bu ayrıcalıklı, hastalıklı konumun sürdürülmesi çok güçtü. “Avrupa’nın zayıf halkaları”nın (Tablodaki “diğer Batı”nın) dış açıkları ise Almanya’nın cari fazlası (ve bundan kaynaklanan sermaye ihracı ile) karşılanmaktadır. Bu “ayar bozukluğu” da 2010’da borç krizleri biçiminde patlak verecekti.

***

Kriz içinde “bozuk ayarlar” nerelerde, hangi doğrultuda değişti? ABD’nin ve dış açık veren Avrupa’nın küçülmesi, küresel dengesizliklerin hafiflemesine katkı yaptı. Bu iki grubun cari açıkları 2009’da yüzde 44 oranında daraldı. Dış fazla veren Çin, Japonya ve Almanya’da ise cari işlem fazlaları 2009’da yüzde 25-30 dolaylarında düştü. Japonya ve Almanya’da ihracat gerilemeleri küçülmeye yol açtı. Çin ise kriz ortamını iç talebi genişleterek, kamu yatırımlarına öncelik vererek karşıladı ve büyüme hızını yüzde 9’a indirerek sadece yavaşladı. Cari fazlalardaki en dramatik (üçte iki oranındaki) daralmayı ise (düşen fiyatlar nedeniyle) petrol ihracatçıları gerçekleştirdi.

***

“Kriz sonrası”nda durum nasıldır? Birkaç değişiklik dışında dünya ekonomisi 2007’deki bozuk düzene dönmektedir. ABD’nin “kara delik” özellikli ekonomik yapısında düzelme olmadı. Cılız tempolu bir büyüme, iki yılda cari açıkta 100 milyar dolarlık artışa yol açtı. Emperyalizmin patronu güçsüzleşmektedir; ama, 2011’de dış dünyadan bu ülkeye hâlâ milli gelirinin yüzde 4.4’ü oranında (kâr/faiz akımları dahil) net kaynak pompalanmaktadır. Dolar hegemonyasının sağladığı bu ayrıcalığı, Çin, petrolcüler, hatta Almanya ve Japonya nereye kadar sineye çekeceklerdir?

Çin ise, üretim güçlerindeki gelişmeyi, iç talep artışlarına (öncelikle emekçilerinin yaşam düzeylerinin yükseltilmesine) taşıyacak seçenekten uzak durmayı; dünya ekonomisinin ihracat merkezi olma konumuna dönmeyi yeğlemiştir. Cari işlem fazlası, 2007’deki düzeye çıkmıştır ve bu gelişme diğer çevre ekonomilerinin aleyhine gerçekleşmiştir. ABD’nin finansal piyasalarındaki aşırı (ve ucuz) likidite genişlemesi, bizim gibi ekonomilere yüksek düzeyde sıcak para akımları taşımıştır. Bunlar, döviz fiyatlarını ucuzlatmış; iç talebi pompalamış; rekabet gücünü (öncelikle Çin’e karşı) hızla aşındırmıştır. Sonuç, “diğer çevre” blokunda gerçekleşen 170 milyar dolarlık cari açıktır. Brezilya, Arjantin, Hindistan, Mısır, Fas, Türkiye gibi büyük çevre ekonomilerinin 2007-2011 arasında cari işlem dengelerinde büyük boyutlu bozulmalar tipiktir.

AB’nin hegemonik gücü (Almanya) ile zayıf halkaları (“diğer Batı”) arasındaki “ayar bozukluğu”nun 2011’de de süregeldiği tabloda gözlenmektedir. Bu durumun, yeni bir finansal krizi tetiklemeye başladığına yukarıda değindik.

***

Kısacası, 2008-2009 krizi, emperyalist sistemin “bozuk ayarları”nı düzeltici doğrultuda, kalıcı bir katkı yapmamıştır. “Eski hamam, eski tas, eski tellâklar” devam etmektedir.

Kalıcı değişimler, dünyanın dört bir yanında güçlenmeye başlayan direnme hareketlerinin siyasetlere taşınmasına bağlıdır; o kadar…