Muhtemelen 5 milyonuncu kez söylüyorum: Yegâne eylem biçimi ve de nihaî hedefi insanları tedhiş etmek, dehşete gark/terörize edip meflûç (felce uğramış), yani yapacağını yapamaz, edeceğini edemez, söyleyeceğini söyleyemez, yazacağını yazamaz hâle getirmek olan bir örgüt türü, kısacası ‘terör örgütü’ diye bir şey olamaz.

Böylesi bir örgüt, siyasal ve militer olmaktan çok, psikiyatrik bir vaka olurdu; ki, bugüne kadar bu tanıma en yakın vaka da, sapık ve cani meczuplardan oluşan IŞ(İD)tir.

Sadece ‘terör örgütü’ değil, ‘terörist’ diye bir insan türü de olamaz; zira ‘terör’, insanların yüreğine dehşet salmaya dayanan bir eylem türüdür ve de hiç kimse, böylesi bir eylemin hazırlanması, teşebbüsü veya gerçekleştirilmesi çerçevesinde içinde olmadığı sürece ve ölçüde terör ve teröristlikle hiçbir şekilde ilişkilendirilemez.

Terör, terörist ve terör örgütü terimlerinin kullanılması bile bir hainlik kanıtıdır: Terörün Türkçesi, dehşet salma/tedhiştir ve bu kelimenin gerek yasal metinlere, gerekse günlük kullanıma şırınga edilmesi Amerikancı/NATO’cu özel/psikolojik harekât ajanları aracılığıyla gerçekleştirilmiştir; -80’li yılların ikinci yarısından itibaren.

Terörist terimi, ‘hukuk tanımaz cadı avcıları’nın eline verilen en geniş kapsamlı maymuncuktur: Terörist, ne ‘suçlu vatandaş’, ne de ‘düşman askeri’; dolayısıyla, bir ‘hak öznesi’ olarak hiçbir bağlamda var olmayan, üstü peşinen çizilmiş, fiziken de yok edilmesi vacip bir varlıktır.



Kendi kendisini her türlü hukukî kayıttan/kuyuttan âzade hissetmek: “Ne mutlu Erdoğancıyım diyene”; yani, mevzuatı bir kenara koyup, Nazi Almanyası hâkimleri misali, “benim yerimde REİS olsaydı neye karar verirdi” diyerek davranan kamu görevlilerine.

Yargıçların azledilemezliği, tabiî hâkim gibi ilkeler ülkemizde neredeyse iki yüz yıl önce kabul edilmişken, bunlar Neo-Osmanlı falan değil, ancak ve ancak impotent NAZİ karikatürleri olabilirler.
Tamam, bunlar impotent (iktidarsız); ama en büyük zalimler, sapıklar ve caniler de impotentlerden çıkar: Kendilerinde eksiklik olarak gördüklerinin acısını karşılarındakinden çıkartırlar; daha doğrusu, çıkartmaya kalkarlar.

Mevzuat, anayasadan genelgeye kadar devletin hukuksal düzenlemelerinin tümü demektir ve de kişimiz, kamu görevlilerine “bu düzenlemeleri iplemeyin” diyor, devletin başı olarak. Ve bunu yaparken, yeni anayasa yapılsın istiyor: Sen önce mevcut anayasaya bir uy da, anayasa denilen şeyin bir kıymet-i harbiyesi bulunduğuna inanalım. Ve ne yazık ki, koca ana muhalefet partisi, şu benim söylediğimi bile söylemekten aciz, ‘yeni anayasa’ komisyonuna üye gönderiyor, ‘istikşafi görüşmeler’ soytarılığına cevaz verip hiç de ‘bozuntu’ olmayan ‘en dik âlâ’sından bir diktatörlüğün kurulmasına katkı sunmuş olduğu gibi.

Şunları da ekleyip yazımızı bitirelim: Kadın hamile; doktor, “çocuğu aldır, yoksa sen de ölürsün” diyor; ancak devlet hastanesi, korkuyor ve kürtajı yapmadan kadını eve gönderiyor ve de kadıncağız bir süre sonra ölüyor. Bunun üzerine kadının kocası yargıya başvuruyor, hastaneyi şikâyeten; ama yargı da takipsizlik kararı veriyor. Bütün bunlar, neden? Tabiî ki, sürülmek, işinden, olmadı içeri atılmak korkusundan; “mevzuatı bir kenara atın” diyen, “her kürtaj bir Roboski’dir” de demiş iken: Tedhiş, tam tamına budur işte.