Eylül ayı, sonbahara girilen günler.  İrili ufaklı hesapların yapılmaya başlandığı kendi içinde olabildiğine sarsıcı… Gündelik hayatın sepya bir fotoğrafa

Eylül ayı, sonbahara girilen günler.  İrili ufaklı hesapların yapılmaya başlandığı kendi içinde olabildiğine sarsıcı… Gündelik hayatın sepya bir fotoğrafa dönüştüğü, yağmurun şiddetlendiği, taş döşemelere sarı yaprakların düştüğü… 
O, birden öylece belirdi. İstanbul’u sarıp sarmalayan, ince kırmızı  bir iplik… Kamuya açık alanlarda, kitle iletişim araçlarında hep O, rahatsız edici kızıl şerit. Bir yol gibi beyaz afişlerin üzerinde, kitlelerin aşina olamadığı cümlelerle birlikte…
‘İnsan Neyle Yaşar?’ B.B.. Gündelik hayat ritminde boğuşan, boğulan kitle, yirminci yüzyılın başlarından gelen epik çığlığı anlamakta ve anlamlandırmakta zorlandı, kafalar karıştı. Kimdi bu adam? Yıllar sonra, yeniden… Her gün büyük bir itina ile gerçekleştirdiğimiz gündelik alışkanlıklarımıza çomak sokuyor, cümleleri ile müdahale ediyordu.
On birinci Bienal, kente ‘Üç Kuruşluk Opera’ oyunundan kopan, dağılan cümleleri saçmıştı. Kışkırtıcı, merak uyandırıcı…
İKSV’nin küratör tercihindeki başarı ve küratör ekibinin tercihleri; belirtmeliyim son yıllarlın en başarılı çalışmasını yarattı. Net politik bir dil olabildiğine provakatif…
WHW, Ivet åurlin, Ana Deviç, Nata‰a Iliç ve Sabina Saboloviç’ten oluşan What, How & for Whom -WHW- (Ne ,Nasıl ve Kim İçin)kurulduğu 1999 yılından bu yana çalışmalarını Hırvatistan’ın Zagreb kentinde sürdüren bir küratör kolektifi ve kâr amacı gütmeyen bir görsel kültür kuruluşudur. Çağdaş sanatta etkin, vurucu pek çok işe imza atmış yaratıcı bir ekip, son iki aydır İstanbul kentinde.
Bin dokuz yüz yirmililerin başında, iki dünya savaşı arasında. Kaba politik, toplumsal, entelektüel çelişkilerle parçalanmış ve dağılmış bir dönemde. Yirmi dört yaşındaki Bertolt Brecht, bir gece de Almanya’nın yazınsal çehresini değiştirmişti.
‘Gecede Trampet Sesleri’ adlı oyun, kısa süre de dünya yazınını yönlendirecek bir dil ustasını, tiyatro kuramcısı, uygulayıcısı ve büyük bir ozanı insanlık belleğine eklemlemişti. Yazdıkları, yorumları ve varlığıyla hepimize ‘KUŞKU’yu bulaştırıyordu.
Kışkırtıcı  sorularının, sağa sola sataşmalarının cevabı verilemediğinden, nerdeyse yüzyıl sonra ‘KUŞKU’ İstanbul kentine cümle cümle yayılıyordu… Tam da zamanında, bir distopyayı yaşantıladığımız, beter, vahşi kapitalist çağımızda. 
‘Üç Kuruşluk Opera’, burjuva toplumunda mülkiyet dağılımı sürecini, dilenci ve gangster çeteleri üzerinden başka bir deyişle “suç”lular dünyası üzerinden gösterir. Karakterlerin suç işleme çarkında, toplumun bir imgesini yaratır.
Tarihi, bir sınıf mücadeleleri tarihi olarak tanımlayan ve yönetenlerin tarihinin yerine yönetilenlerin tarihini kaydederek, başka bir deyişle tarihin öteki yüzünü gösteren Marks’ın bu yöntemini, Brecht, epik tiyatronun temeline oturtur. Olaylara, yerleşik alışkanlıkları ters çevirerek bakar…
Belki bizlerde Breht’i, günümüzde tedavülden kalkmış  ‘etik’ gibi sözcükleri hatırlayabilir, üzerine düşünmeye başlayabiliriz. Bu kapitalist dişliyi dönüştürmeye bir yeni yaratabilmeye adım atabiliriz… 
*sürecek