Johnson keskin dili yüzünden ‘topal ördek’ oldu. Parti, toplum ve ülke çatırdayarak seçime gidiyor.

Brexit depremi veya cadı kazanı
İngiltere siyaseti muhtemelen tarihinin en çalkantılı günlerini yaşıyor. Başbakan Boris Johnson son bir hafta içinde dozunu artırdığı keskin dilinin sonucu olarak geleneksel ifadeyle ‘topal ördek’ oldu. Muhafazakâr Parti’nin uzun süredir hem ara seçimler hem de parti değiştiren milletvekilleri nedeniyle eriyen meclis çoğunluğun Philip Lee’nin Salı günü yapılan hükümet karşıtı kritik oylama öncesinde Liberal Demokrat Parti’ye geçişi ile sona erdi. Gözler erken genel seçime ve AB’den çıkış kararının ertelenmesine odaklandı. Bir olasılık muhaliflerin geçici bir hükümet oluşturulması ve AB’den en azından 31 Ocak 2020’ye dek uzatma istemesi.

KARTLAR NASIL AÇILDI?

İşçi Partisi, Liberal Demokratlar, Yeşiller, Bağımsızlar, İskoç ve Galler milliyetçilerinden oluşan muhalif koalisyon öncelikle meclisi hükümetten alıp yasa çıkarma imkanı tanıyan tasarıyı oyladılar ve kazandılar.

Salı gece yarısına doğru çıkan bu karar karşısında hükümet erken genel seçim önerisi geçireceğini ilan etti ve aynı zamanda hükümet aleyhinde oy veren muhafazakârların ihraç edileceğini açıkladı.

Bunun üzerine muhalefet liderleri erken genel seçime hazır olduklarını ancak bunu AB’den anlaşmasız çıkma seçeneğini ortadan kaldıran yasa çıktıktan sonra onaylayacaklarını ifade ederek Johnson’ın blöfünü gördüler.

Hükümet 2017 seçimlerinden bu yana Kuzey İrlanda’nın Demokrat Birlik Partisi desteğiyle marjinal olarak meclis çoğunluğunu tutabiliyordu. Ancak özellikle AB’den anlaşmasız olarak ayrılma olasılığı güçlenmeye başladığından bu yana, yani Boris Johnson’ın başbakan olmasından bu yana, parti içi muhalefet Muhafazakâr Parti’yi zorluyordu.

Boris Johnson’ın parti içi yoklama ile başbakan seçilmesi ve özellikle Jacob Rees Mogg gibi AB karşıtı radikallerin desteğiyle bunu sağlaması hem Muhafazakâr Parti’de hem de siyasette kırılmayı ve sertleşmeyi hızlandırdı. Salı günü herkesin heyecanla beklediği meclis oturumu beklentileri bu sert söylemlerin ve artan kutuplaşmayı çok net gösterdi.

Boris Johnson sert söylemini daha da sertleştirerek meclis çoğunluğunu kaybetti. Salı günü Johnson meclis kürsüsünde konuşurken Bracknell milletvekili Lee’nin Muhafazakâr Parti sıralarından kalkıp Liberal Demokrat Parti sıralarına oturması uzun yıllar hatırlanacak. Başbakanın adeta bir darbe yaparak meclisi 5 haftalığına askıya alması ve tehditkâr söylemleri bu sonucun en büyük belirleyicisi oldu. Her şeye karşın Johnson’ı desteklemeye en azından çekimser kalmaya eğilimli bazı liberal muhafazakârlar da böylece kaybedilmiş oldu.

Johnson, muhalefetin getirdiği AB’den anlaşmasız çıkma seçeneğini ortadan kaldıran yasa önerisi lehine oy veren Muhafazakâr Parti milletvekillerini partiden ve meclisten çıkarmak ile tehdit etti. Bu tehdit aleyhte olan vekillerin de aynı derecede sertleşmesine yol açtı. Kritik oylamada hükümete karşı oy kullanan 21 muhafazakâr milletvekilinin neredeyse hepsi eski kabine üyeleri. Johnson bu vekilleri sadece ihraç etmeyip aynı zamanda bir sonraki seçimde partiden aday olmalarını da yasaklayacağını ilan etti.

Meclis muhalefet koalisyonunun başını çeken İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn milletvekillerini hükümete karşı çıkmaya çağırdı: ‘İnsanlar hükümet demokrasiyi bitirsin diye oy vermedi!’ Dolayısıyla salı günkü muhalefet argümanları ‘demokrasi düşmanlarını durdurmak’ eksenine oturdu. Hükümet iç politika ile ilgili yasama işlerini tamamlamak için meclisi askıya aldığını iddia ederken çok da inandırıcı olamadı.

Ayrıca Boris Johnson ve onu destekleyen pekçok muhafazakâr milletvekilinin meclisi askıya almanın, ve keskin anlaşmasız çıkış söyleminin AB’yi Birleşik Krallık ile masaya oturmaya zorlamak için gerektiği yönündeki açıklamaları da yeterli desteği sağlayamadı.

Bu argüman belki seçmenlerin bir kısmının gözünü boyasa da siyasetten anlayan, özellikle de uluslararası siyasetten anlayan kimsenin kabul edebileceği bir şey değil. Açık demokrasilerin ne derecede karşıt görüşlere ev sahipliği yaptığı ve ne tür tartışmaların yaşandığını saklayamazsınız. Gerçeklik öyle olmadığı halde homojen bir görüş ve karar varmış gibi göstermek için gerekli koşul despotik bir yönetim olması. Meclisi askıya almak bu yüzden despotik ve antidemokratik bir adım ve o nedenle de siyasi yelpazenin her tarafından tepki gördü.

Çarşamba günü meclisin (Avam Kamarası) kontrolünü hükümet yerine milletvekillerinin ele alması ve AB’den çıkış yasasının görüşülmesine olanak sağlanması için yapılan oylamada Johnson 328’e karşı 301 oyla kaybetti.

Şu anki meclis aritmetiği AB’den ayrılma konusunda herhangi bir seçenek konusunda kesin bir çoğunluğun olmadığını gösteriyor. Daha önceki oylamalarda da gördüğümüz gibi anlaşmasız AB’den çıkma karşıtlığı mecliste çoğunluk sağlayabilen tek siyaset.

Avam Kamarası’ndan çıkan bu karar yarın AB’den anlaşmasız ayrılmaya karşı geliştirilen kanun tasarısının tartışılmasına ve kanunlaşmasının yolunu açacak. Meclis çoğunluğu elindeyken dahi istediği kanunları ve AB’den çıkışla ilgili tasarıları meclisten geçiremeyen Muhafazakâr Parti’nin tartışma sonucundaki oylamada 301’e karşı 328 oyla kaybetmesi şaşırtıcı olmadı. Çarşamba günü muhalefetin hedefi 31 Ekim’de AB’den anlaşmasız çıkma ihtimalini ortadan kaldıracak yasayı hızla, meclis askıya alınmadan meclisten geçirmek. Hem Avam Kamarası’nda hem de Lordlar Kamarası’nda tasarıyı destekleyecek yönde çoğunluk olduğu görülüyor.

BUNDAN SONRA NE OLACAK?

İşçi Partisi geçici bir hükümet kurulması, AB’den çıkış tarihinin ertelenmesi, çıkış seçeneklerinin açıkça tartışılacağı ve sonuçta oylanacağı bir referandum ile karar verilmesi ve gerekiyorsa genel seçime gidilmesini savunuyor. 35 milletvekili ile mecliste anahtar konumunda olan İskoç Ulusal Partisi ve Galler milliyetçi partisi ve Yeşiller bu öneriyi destekliyor. Liberal Demokratlar ise İşçi Partisi’nin Sosyalist lideri Jeremy Corbyn geçici başbakan olmazsa destekleyebileceğini ifade ediyor.

Muhalefetin AB’den çıkmayı engelleme konusunda amacına ulaşacağına neredeyse kesin gözüyle bakılırken, erken genel seçim kaçınılmaz hale geldi. Johnson genel seçim tarihi olarak 14 Ekim 2019’u gösterdi. Genel seçim kararı için mecliste üçte iki çoğunluk gerekiyor. Johnson’ın İşçi Partisi desteği olmadan seçim kararı alması mümkün değil.

Aynı zamanda Boris Johnson’ın geçmişteki sayısız tutarsızlıkları ve çeşitli konularda sözünden defalarca dönmüş olması yine fırsatçı davranarak genel seçimi 31 Ekim sonrasına erteleyebileceğinden şüphe duyanların sayısı az değil. Hükümet sözcüleri böyle bir şeyin olmayacağını söyleseler de şüphe seçim tarihi kesinleşinceye dek devam edecek. Sonuçta Johnson meclisi asla askıya almayacağını da söylemişti.

Boris Johnson çarşamba günü genel seçim önerisini meclis oyuna sunacağını ilan ettiğinde riskin farkında olan muhalefet temkinli yanıtlar verdi. İşçi Partisi, Liberal Demokratlar ve diğer muhalifler önceliğin AB’den anlaşmasız çıkmayı imkansız kılan yasanın geçmesi olduğunu vurguladılar.

Salı akşamı gelen kritik oylama öncesinde Muhafazakâr Partili eski başbakan John Major’ın da aralarında olduğu çeşitli kişi ve gruplar meclisin askıya alınmasını anayasaya aykırı olduğu gerekçesi ile Yüksek Mahkeme’ye taşıdılar. Yüksek Mahkeme bu başvuruları 17 Eylül’de değerlendireceğini duyurdu. Genel seçim kararı verilirse bu davanın pek bir anlamı kalmayacak. İskoçya mahkemesi ise 4 Eylül Çarşamba sabahı kararını verdi ve Johnson’ın parlamentoyu askıya alması kanuna aykırı değildir dedi. Ancak dava burada bitmedi. İtirazlar görüşülecek ve nihai karar Yüksek Mahkeme’den çıkacak.

Bu arada Boris Johnson’ın AB’den anlaşmasız ayrılma yanlısı sert söylemi ve meclisi askıya alma kararları ile dolar ve avro karşısında hızlı bir düşüş yaşayan Sterlin, muhafazakâr hükümetin meclis çoğunluğunu kaybetmesi ile son haftalardaki kayıplarının önemli bir kısmını geri çevirdi.

Özet olarak muhalefetin AB’den anlaşmasız çıkış karşıtı tasarısının kanunlaşması ve AB müzakere süresinin 31 Ocak’a ertelenmesi bekleniyor. Bunun ardından önümüzdeki iki ay içinde bir genel seçim de olabilir.

brexit-depremi-veya-cadi-kazani-620326-1.

BİR PAZARLAMA HAREKATI OLARAK JOHNSON

Son yıllarda sosyal ve gayri sosyal medyanın seçimleri ve siyaseti etkileme gücünü gördüğümüz oldukça deneyim oldu. Trump ve ondan önce Obama seçimlerinde görülen seçmen seferberliği ve buna eş giden haber-bilgi kirliliği ortada. Johnson benzer bir strateji ile siyaset yapıyor. İlla bir isim vermek gerekirse buna kirli siyaset de diyebiliriz.

Boris Johnson’ın geçen haftada yazdığım üzere sonuçlardan ziyade oyundan zevk aldığını düşünüyorum. Dolayısıyla onun siyasetinde ufak veya büyük bazı yalanlar çok önemli değil. Doğru olmadığını bile bile her hafta AB’ye 350 milyon sterlin ödüyoruz diyebiliyor. Ya da kapalı kapılar ardında meclisi askıya alma kararı aldıktan üç gün sonra asla böyle bir şey olmayacak diye söz verebiliyor.

Brexit ile gelecek yoksulluk, işsizlik, ekonomik küçülme, olası İskoç bağımsızlığı ve saire bu tarz siyasette önemli değil. Önemli olan satranç oynar gibi meclis içinde ve dışında ‘keyifli’ hamleler yapmak. Baş danışmanı Cummings için de Boris için de demokrasi sadece bir oyun. İkisinin de iyi oynadığı bir oyun.

Dolayısıyla gayet kozmopolitan bir arkaplanı olan – hatırlayın ‘Osmanlı torunu Boris Kemal’ – Johnson yabancı düşmanı ve İngiliz milliyetçisi popülist söylemlere sarılabiliyor. Bunu yaparken de iyi bir pazarlama ekibi ile çalıştığı ortada. Sürekli bir Churchill pozu kesme hali var mesela. Başbakanlık konutunun kapısında durup el sallarken diğer elini Churchill gibi cebine koyması veya o kadar yaşlı ve yıpranmış olmamasına karşın daha bir kambur durup postürünü Churchill’e benzetmesi planlanmış hareketler.

Johnson’ın popülizmi burada bitmiyor. İngiliz milliyetçiliğinin yanına ABD’de Trump’ın yaptığı gibi meclis ve siyaset düşmanlığını da koyarak devam ediyor. Meclisi uzun süre askıya almanın antidemokratik olduğunu ve muhtemelen Yüksek Mahkeme tarafından reddedileceğini bilmediğini düşünmek Boris’i hafife almak olur. Ama ‘sokaktaki’ milliyetçinin bu hareketleri sevdiğini de kesinlikle biliyor.

Kendi partisinin ağır toplarını partiden ihraç edeceğini ilan ederken de erken genel seçim tehdidini de aynı milliyetçi dinleyiciye hitaben savuruyor. Çünkü bu dünyada muhalifler sadece ‘ihanet’ ediyor olabilirler. AB ile müzakereleri, müzakereye neredeyse hiç girmeden, bir savaş durumuna çevirebiliyor. Genel seçimi Churchill taklidi yapan bu kutuplaştırıcı popülist İngiliz milliyetçiliği mi yoksa Corbyn’in sakin ‘AB bizim ortağımız, savaşta değiliz’ söylemi mi kazanacak bekleyip göreceğiz.

PARTİ, TOPLUM VE ÜLKE ÇATIRDAYARAK SEÇİME GİDİYOR

Muhafazakâr Parti Philip Hammond ve Ken Clarke gibi ağır toplarını kaybederken kutuplaşma devam ediyor ve edecek gibi de görünüyor. Boris Johnson’ın stratejisi ABD’den Macaristan’a pek çok ülkede sağ popülist politikacıların yaptığı gibi muhalefeti ve siyaseti ötekileştirmek. ‘Halka karşı parlamento’, ‘halkı kandıran züppe liberal elitler’ Johnson’ın temel sloganları.

Muhalefetin darmadağın olması, özellikle de İşçi Partisi’ndeki kan kaybı durumu daha da vahimleştiriyor. Corbyn muazzam bir sağ saldırı altında. Partinin AB konusunda çok uzun süredir kararsız bir görünüm sergilemesi desteğin ve umudun erimesine yol açıyor.

Son kamuoyu yoklamaları olası bir seçimde Muhafazakâr Parti’nin yüzde 30’un üzerinde oyla birinci parti olacağını gösteriyor. Boris Johnson’ın, Nigel Farage’ın Brexit Partisi’ne kaymış muhafazakâr oyları geri kazandığı görülüyor. Zaten yukarıda bahsettiğimiz söylemin temel amaçlarından birisi de buydu.

İşçi Partisi muhtemelen parti ileri gelenlerinin zannettiğinden daha az aşırı sağa oy kaybetmiş durumda. Ancak asıl kayıp son iki seçimde partiye oy vermiş olan AB’den çıkmaya karşı olan grubun ciddi biçimde Liberal Demokratlara kaymış olması.

Genç ve dinamik liderleri ile Brexit’e başından beri net bir karşı tutum alan Liberal Demokratlar Nick Clegg-David Cameron koalisyonundan önceki günlerine geri dönüyor gibi. Kamuoyu yoklamaları yüzde 20 üzerinde bir desteğe ulaştıklarını gösteriyor.

2017 seçimlerinde yüzde 42 oy alan Muhafazakârlar yüzde 32 dolayında yüzde 40 alan İşçi Partisi yüzde 22 civarında görünürken, Yeşil Parti ve Liberal Demokratlar toplamda yüzde 30 bandına yaklaşmış durumda. AB’den çıkmayalım ve ikinci kez referandum yapalım diyebilen bir İşçi Partisi seçimi kazanabilir ve iktidar olabilir. Aksi takdirde benzer bir parlamento matematiği tazelenerek geri gelecek ve kutuplaşmanın hızı dikkate alınırsa muhtemelen taraflar daha uzlaşmaz vekillerden oluşacak. Seçim kararı alınması şu an için zor görünüyor. Hükümet meclisin bugün alacağı kararı, kanunu tanımayabileceğini de ima etti. Bu olursa kartlar yeniden karılacak ve kimsenin pek de kestiremediği hukuki bir mücadele de başlayacak.

İSKOÇ MAHKEMESİ 'DARBEYİ' YASALARA UYGUN BULDU

İskoçya Yüksek Mahkemesi, yaklaşık 70 milletvekili, lord ve sivil toplum temsilcisinin İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın İngiliz parlamentosunu 5 hafta tatil etme kararının iptali için açtığı davada kararını verdi. Mahkeme, Johnson’ın kararının yasalara aykırı olmadığına hükmetti. Kararda, Johnson’ın parlamentoyu tatil etme kararının hukuki değil siyasi nitelikte olduğu, bu nedenle de mahkeme tarafından iptal edilemeyeceği belirtildi. Johnson'ın kararına tepki gösteren eski başbakanlardan John Major'ın da müdahil olarak katılacağı benzer bir davanın bugün Londra'da görülmesi bekleniyor.

BAĞIMSIZLIK YANLILARI DA ERKEN SEÇİM DEDİ

İskoç Ulusal Partisi (SNP) eski başkanı ve İskoçya Başbakanı Nicola Sturgeon Twitter'dan yaptığı açıklamada partisinin Ekim ortasında yapılacak bir erken seçime hazır olduğunu belirtti. Birleşik Krallık Parlamentosu'nda 35 milletvekili bulunan SNP’nin bu çağrısı erken seçim ihtimalinin kuvvetlendiği yorumuna neden oldu. Sturgeon, Johnson'ı parlamentonun ilga edilmesine yönelik yasa tasarısını iptal etmeye, Parlamento'nun anlaşmasız Brexit'i engelleme kararını uygulamaya koymaya ve erken seçime gitmeye davet etti. İskoç Lider, açıklamasında İşçi Partisi'ni de eleştirdi. Sturgeon, "İşçi Partisi'nin erken seçim için yeterince ısrarcı olmadığı ve "Boris Johnson gibi bir başbakanı koltuğunda bıraktığı" yorumunda bulundu.