Brezilya’da Pinochet artıkları…

1979’da devrin başbakanı Bülent Ecevit’e yönelik, Süleyman Demirel’in “bunların gidişi Allende gidişi” sözleri benim gibi o dönemleri yaşayanların belleklerinde hâlâ kazılı olmalı. Serbest seçimle Şili devlet başkanlığına gelmiş Marksist lider Salvador Allende’nin general Pinochet darbesiyle katledilmesine gönderme yapmaktadır Demirel. Birileri “sağ-sol ayrımı ortadan kalktı” diye dursun; Lula mı, Corbyn mi, Chavez mi ne zaman bir sol liderin popülaritesi artsa, ne zaman emekçilerin umudu filizlense, tüm sağcılar “keyifle” Allende’nin akibetini hatırlatır, tüm biz solcuların belleklerinde ise acı hatıralar canlanır.

Pinochet Ruhu Ekonominin Dümeninde
Bilindiği gibi Brezilya’da 24 yıl hüküm süren cunta dönemine şapka çıkartan, Şili’nin faşist diktatörü Pinochet’yi hayırla anan bir “melanet abidesi” Jair Bolsonaro başkan seçildi. Maliye Bakanlığına da fanatik “serbest piyasacı” Paulo Guedes’i getirdi. Finansal piyasalar adeta bayram yaptı, Bovespa hisse senedi endeksi hızla yükseldi, Brezilya reali değer kazandı. Guedes’in biyografisine göz atanlar 80’lerde Pinochet’in bütçe direktörü tarafından Şili Üniversitesi’nde istihdam edildiğini fark edeceklerdir. Bilindiği gibi Şili, Chicago Oğlanları diye adlandırılan Milton Friedman’ın öğrencileri tarafından cunta döneminde “neoliberalizmin laboratuarı” diye nitelendirilebilecek bir serbest piyasa deneyine sahne olmuştu.

Türkiye’de de “kamu mülkiyeti”, “kolektif mücadele”, “sendikal örgütlenme” tarzı kavramları duyunca tüyleri diken diken olan; kendilerini özgürlüğü eşitlikten üstün tutan “demokratlar” diye tanımlayan, RTE’nin baskı rejimi karşısında ise yelkenleri suya indiren nice liberal tanıdık. Bunun memleketimize has bir defo olmadığının, liberallerin pragmatik DNA’sından kaynaklandığının açık bir örneği kendine Nobel Ekonomi Ödülü de verilen, Margaret Thatcher’ın gözdesi Friedrich von Hayek’tir. Hazrete faşist Pinochet hakkındaki fikri sorulunca, “Bazen bir ülkede bu tarz diktatöryel iktidarlar gerekebilir. Kişisel olarak ben liberal bir diktatörü, liberalizm yoksunu demokratik bir hükümete tercih ederim” sözleriyle tıynetini açıkça belli etmiştir. Bu satırları okuyanların çoğunun hemen, 12 Eylül 1980 darbesinin başbakan yardımcısı Turgut Özal’ı hatırladığını tahmin etmek zor değil.

Paulo Guedes’e dönersek; Bolsonaro baştan beri Brezilya için Pinochet döneminin “acı reçetesinin” uygulanmasını arzuladığını açıkça ifade ediyordu. Şaşırtmayacağı gibi Chicago Üniversitesi’nden doktorası bulunan Guedes, Financial Times gazetesine verdiği mülakatta, “Chicago Oğlanları Şili’yi kurtardı, Şili’yi düzeltti, karışıklığı önledi” diyor. Tüm sağcılar gibi o da “mağduriyetten” yakınıyor, Chicago’dan mezun olduğu, Pinochet’nin yanında çalıştığı için Brezilya’da ayrımcılıkla karşılaştığını öne sürüyor. (Financial Times 3-4 Kasım 2018).

“Bizde kutsal inekler yoktur” ifadesiyle topyekun bir özelleştirme programı uygulayacağını ilan ediyor. Önceliğinin %7’lik bütçe açığı kapatmak olduğunun, Brezilya’nın vergi sistemini değiştirmek istediğinin (tabii ki zenginler lehine revizyonlarla), emeklilik sisteminin Şili modeli özelleştirilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Kısaca, malum neoliberal ezberleri tekrarlıyor. Açıkçası ufukta Brezilya halkı için pek parlak günler bulunmuyor.

Allende’nin Cybersyn Projesi
Sağcılar Pinochet devrini rehber edinirken, solcuların Allende döneminden öğrenecekleri yok mu? Daha internet çağına uzun yıllar varken, Şilili sosyalistlerin Cybernet sistemini geliştirdiğini öğreniyoruz. İngiliz Rob Pepper dergisinin son sayısında Will Stronge bu deneyi aktarıyor. (Will Stronge, Red Pepper, Sonbahar 2018)

brezilya-da-pinochet-artiklari-529638-1.



Cybersyn Projesi 70’lerin başında Salvador Allende’nin sosyalist hükümetinin iddialı bir girişimi sayılabilir. Çünkü ulusal ekonominin kompleks sisteminin sibernetik modellerle, bir ağ sistemiyle tasarlanmasını hedefliyor. Bu deney piyasa sisteminin kaosuna ve Sovyetler Birliği’ndeki yukarıdan aşağıya ekonomik planlama zihniyetine karşı yeni bir anlayışı temsil ediyor.

Plana göre, ülkede kapsamlı bir ulusallaştırma süreci ilerlerken, sistemdeki her fabrika düzenli biçimde üretim verilerini Cybernet adı verilen iletişim ağına aktaracaktı. “Operasyon odasında” ise demokratik yollarla seçilen görevliler akan tüm enformasyonu toplulaştırarak simülasyonlar gerçekleştirecek, fabrikalara üretim temposunda gerekli ayarlamaları yapmaları yolunda geri bildirimde bulunacaktı. Ne kadar gıda üretildiğinden, o ürüne olası talebe kadar tüm bilgilerin gerçek zamanlı akışı sağlanacaktı.

Projenin mimarı Stafford Beer, projenin zamanla daha da katılımcı hale gelmesini amaçlıyordu. Ne yazık ki 1973 Askeri Darbesi tüm güzel hayaller gibi, bu hülyayı da sona erdirdi.

Cybersyn teknolojisi kapsamında en çarpıcı deneyim, ABD’nin tezgahladığı ekonomiyi çökertmeyi amaçlayan “kamyoncular grevi” sırasında yaşandı. Eylemler ülke ekonomisini durma noktasına getirdi. Kamyon dağıtım sistemi çökmüşken gıda ve ham maddelerin temini imkansız görülüyordu. Ancak, Allende yönetimine sempati duyan emekçilermeydanı boş bırakmayıp inisiyatifi ele aldılar ve Cybernet aracılığıyla atölyelerden temel enformasyonu aktarmaya başladılar. Böylelikle hükümet, gönüllüler aracılığıyla alternatif bir dağıtım ağı koordine etti. Fabrikalar üretimi sürdürürken, toplum örgütleri; “anne merkezleri” adı verilen ev kadınlarıyla, öğrenci gruplarıyla dağıtımı gerçekleştirdi.

İstenen sonuç alındı. Şili’nin lojistik altyapısı harekete geçti. WhatsApp gruplarının basit örnekleriyle, örgütlü işçiler Şili ekonomisini yönetmeye başladılar. Darbeyle birlikte tüm güzel pratikler gibi ne yazık ki Cybersyn projesi de tarihe karıştı.

Demokratik Planlama Umudu Canlanmalı
Bugün platformlar, yani bir hizmeti sunanlarla o hizmeti talep eden kişileri buluşturan şirketler söz konusu aracılıktan hatırı sayılır paralar kazanıyorlar. Bu konularda araştırmalar yapan Nick Srnicek’in “Platform Kapitalizmi” kitabında yüz milyar dolarlarla ifade edilen piyasa değeri bulunan şirketleri Google ile Facebook’u; Amazon ile Microsoft’u; Siemens ile GE’yi; Uber ile Airbnp’yi birleştiren ortak noktanın, her birinin başkalarının faaliyet gösterebileceği yazılım ve donanım temin eden platformlar olduğu beliritliyor. (Platform Capitalism Polity Press 2017).

Hatırlayalım, büyük umutlarla uygulanan ekonomik planlamanın tıkanması bireylerin tercihlerinin, taleplerinin tam olarak bilinememesinden; işin bürokratik bir niteliğe bürünmesinden kaynaklanmamış mıydı? Şimdi bilgisayar, elektronik, iletişim teknolojisinin geliştiği şu aşamada “demokratik planlama” fikri tekrar canlandırılamaz mı? Platform teknolojisi karı maksimize etmek yerine “kolektif irade”, “kamusal çıkar”, “toplumsal ihtiyaçlar” doğrultusunda seferber edilemez mi? Biz tüm bu soruları cevaplamaya çalışırken, Cybersyn projesi bir çıkış noktası olabilir. Sağcılar Pinochet dönemini taklit ederken, bize de Allende ruhu ilham verebilir.