Brezilya halkı için çözüm sosyal demokraside mi?
Lula da Silva (Fotoğraf: Depo Photos)

Nikos Mottas*

Aşırı sağcı Bolsonaro’nun 4 yıllık iktidarı sonrası, bilindik bir sosyal demokrat geri döndü. Lula da Silva’nın seçimdeki zaferi, sosyal demokrasinin, Meksika’da Lopez Obrador, Şili’de Gabriel Boric ve Kolombiya’da Gustavo Pedro’dan sonra Latin Amerika’da tekrar yükselişinin son örneği. Hiç şüphe yok ki Bolsonaro’nun yenilgisi iyi bir haber; ancak en önemli soru şu: Sosyal demokrasi, Brezilya’da sermayenin egemenliğine gerçek bir alternatif sunuyor mu?

Gustavo Petro’nun zaferinden hemen sonra, Haziran 2022’de, “sol hükümet” olarak adlandırılan yönetimlerden çıkarılması gereken dersleri işaret eden bir yazı yazmıştım: “Tarih bize önemli dersler sunuyor. Son yirmi yıl, ister ‘sosyalist’, ister ‘sol’ ister ‘ilerici’ olarak adlandırılsın, hiçbir burjuva hükümetin kapitalist ekonomi şartlarında hizmet edemediğini ve halkın çıkarlarını karşılayamadığını gösterdi. […] Hem Avrupa hem de Latin Amerika’da tarihsel deneyim, ‘sol hükümet’ dediklerimizin, kapitalizmin insanileştirilmesi illüzyonlarını ortaya sürerek yaydığını gösterdi. Yine de, acı gerçek şu ki insani kapitalizm Noel Baba gibi: Öyle bir şey yok. Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV),’21. Yüzyıl Sosyalizmi’nin başarısızlığının sembol örneklerinden biri. Brezilya’daki Lula-Rousseff ve Meksika’daki Obrador örnekleri, niyetleri ne olursa olsun, hiçbir ‘sol’ veya ‘ilerici’ hükümetin, üretim sermayenin elinde oldukça halkın sorunlarına herhangi gerçek ve radikal bir çözüm getiremeyeceğini doğruladı. En iyi durumda bu hükümetler aşırı sefalete karşı bazı politikalar benimsedi. Ancak bu tedbirler bile, kapitalist ekonomiyle uyumlu olmadığı için daha sonradan geri çekildi. Ne de olsa, işçi sınıfının refahı tanım gereği tekellerin kârlılığıyla uyumlu olamaz.”

İŞÇİ PARTİSİ’NİN BAŞARDIKLARI

Kapitalist sistemin sol hükümetlerce yönetimi 2002-2016 yılları arasındaki dönemde, sosyal demokrat İşçi Partisi (PT) tarafından ifade ediliyordu. Lula’nın 2002’deki başkanlığının ehemmiyetine servetin paylaşımı, aşırı sefaletle mücadele, on yıllardır halk karşıtı tedbirler sonucu ortaya çıkan derin sosyal eşitsizliklerle savaş için verilen sözler eşlik ediyordu. Gerçekten de 2003 ile 2010 yılları arasında Lula hükümeti, belli bir yere kadar aşırı sefalet oranlarını azaltan işçi yararına olan bazı reformları hayata geçirdi. Ancak kapitalist kalkınma çerçevesinde yapılan bu reformlar bile, büyük sermayenin çıkarlarına en ufak bir meydan okuma bile olmadığı için, yüzeysel ve geçici bir karaktere sahipti.

Sosyal demokrat bir ekonomi formülünün izinde, PT hükümeti işçilere bazı belli faydalar sağladı. Ancak diğer yandan tekellerin gücünü olabilecek her şekilde besledi. Önceki Lula hükümeti sırasında, Brezilya sermayesinin önemli sektörleri oldukça büyüdüğünde, ülke dünyanın en büyük 6’ncı ekonomisi haline geldi ve ülkenin burjuva sınıfı, kapitalist ulusaşırı ittifaklara (BRICS, MERCOSUR, UNASUR vb.) katılımla birlikte hem bölgesel hem de uluslararası etkisini daha da artırdı. Brezilya’nın yatırım bankalarının geliri 2001’de 200 milyon dolarken, bu sayı 2007’de 16 milyar dolara yükseldi.

SAĞ İLE BAŞLAYAN YOKSULLAŞMA

Lula ve halefi Rousseff’in sosyal demokrat politikaları Brezilya’nın fakir halk kitlelerinin sefalet şartlarını değiştirmekle kalmadı, ayrıca büyük sermayenin çıkarları için elverişli olduğu kanıtlandı. PT’nin ‘sol hükümeti’nden 8 yıl sonra, 2011’de, 8 milyondan fazlası ‘mutlak sefalet’ olmak üzere 60 milyonu sefalet içinde yaşıyordu. Sosyal eşitsizlikler yoğunlaşmıştı. Yerel ve küresel tekeller kârlılıklarını artırmak için 2014 Dünya Kupası’nı ve 2016 Rio Olimpiyatları’nı sömürmüştü. Bu sırada da ‘İşçi Partisi’ içindeki yolsuzluk salgın düzeyine gelmişti. Küresel kapitalist krizi takip eden burjuva sınıfı içinde giderek artan çatışma, hükümet içindeki skandallarla birleşerek, ülkenin burjuva siyasi sistemindeki güç ilişkilerini değiştirdi. Neredeyse on yıldır çıkarlarını ‘İşçi Partisi’nin politikalarına ilintileyen burjuva kesimleri başka çözümler aramaya başladı. Siyasi sahnedeki reformun doruk noktası, eski müttefik burjuva partilerin hükümet koalisyonundan çekilmesinin ardından, Başkan Dilma Rousseff’in 2016 yılında görevi kötüye kullanmakla suçlanması oldu. Bu süreç, aşırı sağcı demagog Jair Bolsonaro’nun yükselişinin yolunun taşlarını döşedi.

GÜNAHKÂR SOSYAL DEMOKRASİ

Bugün, Brezilya’nın işçi sınıfı ve halk tabanı benzer bir oyuna şahit oluyor. Günahkâr sosyal demokrasi, iyi bilinen ilerici sloganlarıyla ve sahte vaatleriyle, sermayenin kârlılığının çıkarları için özel olarak hazırlanmış, kapitalizmin halk yararına yönetimine dair yeni illüzyonlar saçarak yenilenmiş bir şekilde geliyor. Ne yazık ki, Brezilya’nın Komünist Partisi (PCdoB), sosyal demokrat illüzyonları desteklemede, böylece geniş işçi kitlelerinin tehlikeli burjuva siyasi yönetimi kavramına hapsetmede önemli bir sorumluluk taşıyor.

Kapitalizmin işçi sınıfının yararına gelişmediğini ve insanileştirilmediğini gösteren Şili, Meksika, Kolombiya, Venezuela, Bolivya ve diğer Latin Amerika ülkelerindeki örneklere Brezilya da ekleniyor. ‘Sol’, ‘ilerici’ ya da ‘anti neoliberal’ sloganlar altında sömürü sisteminin yönetiminin yapacağı tek şey, eninde sonunda geniş çapta bir ‘göz açılmasına’ ve ideolojik dejenerasyona yol açacak illüzyonları ve sahte beklentileri doğurmak olur.

Halkın çıkarlarının gerçek yolu ‘sol’ hükümetlerin eski ve solmuş peri masallarında değil, sadece sömürü ve kapitalizm sistemine karşı verilecek organize sınıf mücadelesinin yoğunlaştırılmasında yatıyor.

*In Defense of Communism Yayın Yönetmeni
Çeviren: Umut Can Fırtına