Bir kediyle aynı evde yaşıyoruz. Haliyle ev sahibi o. İlgiye bayılır ama nadiren yanınıza gelip sevdirir, asla gelip kucağınıza oturmaz. En keyif aldığı şey, odanın başka bir tarafına gidip dikkat çekmek ve sizin gidip onu sevmenizi sağlamak. (Sevgi neydi, sevgi emekti) Sütten kesildiğinden beri bizde olduğu için böyle alışmasın diye çok çaba sarf ettik ama olmadı. Kişiliği böyle. Baktı oralı olmuyoruz, zayıf noktalarımızı tespit etti. Bu zayıf noktaların en değerlisi rahmetli halamdan yadigâr pikap. Ayaklı mobilyasıyla filan epey heybetli ama çok hassas bir cihaz. Bozulmasın diye üzerine titriyoruz. Miyavlamalı, koşturmalı bütün tacizlerine kulak tıkasak da o pikabın üzerine çıktığında canhıraş kendisini alacağımızı yani dikkat çekeceğini biliyor ve son koz olarak hep onu kullanıyor.

Bizim İskoç asilzadesi Vapur Hanım’ın bu davranışı bana hep bahsetmek istediğim bir insan tipini hatırlatır ama gündemin hayhuyunda ertelerim. Fidel’in ölümüyle yazılan şeyler, bu davranışı berraklaştıran bir örnek oldu. Bu haftaki Köşe Vuruşu’nda bu yazının başlığında bir repliğini verdiğim tipin bir tarifini yapmak istiyorum.

Düz trol değil salon trolü
Kuşkusuz sosyal medyadan önce de vardı böyle tipler ama aslen sosyal medyanın icadından sonra yaygınlaştı. Kendimizi korkak alıştırmayalım bu da bir nevi trollük ama daha kibarı hadi diyelim salon trollüğü. Ucunda ince hesaplanmış bir mağduriyet var. Söz konusu mağduriyet; salon trolünü, sokak trolünden ayırıyor. O ki, kimsenin yazamayacağı şeyleri açık yüreklilikle yazdığı için taşlandı, lince uğradı. Hakaretleri rt’ledi, “görüyor musunuz nasıl hırpalanıyorum” mesajını verdi. “Düşüncelerinize katılmıyorum ama onları savunmanız için canımı veririm” diyecek Voltaire’ini, baharı bekleyen kumrular gibi bekliyor şimdi. Göğsünü gere gere anlatacağı “hakkaniyetli insanım zira her görüşten insan bana saldırıyor” hikâyesi var artık. Solcu olabilir, sağcı olabilir, liberal olabilir. Her görüşten örneği var bu salon trolünün. O ki, toplumun sinir uçlarını belirleme uzmanı. O ki, cahil, kudurmuş çoğunluğun içindeki en makul kişi. Kıymeti bilinmiyor ama bir gün anlaşılacak. Çok canlı, elle tutulur, sık karşılaşır bir tip bu. Zaman zaman hepimizin buna dönüşme tehlikesi var. Zira sosyal medya usul usul buna iten bir dinamik.

Nasıl olunur?
Fidel örneğinden gidecek olursak, hazır Fidel Castro’nun acısı taze ve herkes onu konuşuyorken şöyle diklemesine bir yazı yazılır. Öyle etraflıca bilgiye gerek yok. Kendi turistik ziyaretinizden aklınızda kalanları fazla siyaset, sosyoloji bilmeden ortaya dökebilirsiniz. Kişisel deneyiminiz düpedüz bir gerçekmiş gibi. Elbette gerçeklik payı olabilir ama bunları bilimsel birer gerçekmiş gibi ortaya koymanız mümkün. Zira siz akillerin akili bir seçilmiş kişisiniz. Küba ile Türkiye’yi yerli malı haftasında Chiquita muzla Anamur muzunu karşılaştırır gibi kör gözün parmağına karşılaştırabilirsiniz. Çünkü siz gittiniz, gördünüz. Hatta garsona yüklü bahşiş verdiniz, mutluluk gözyaşlarını deneyimlediniz. Zira Küba’da turisttiniz, hastalanıp ücretsiz sağlık hizmetini deneyimlemediniz. Zaten burada iyi bir özel sağlık sigortanız vardır büyük ihtimal. Ücretsiz eğitimle de yüzleşmediniz, hem nasılsa Türkiye’de özel okula gönderip çocuğunuzu devlet okulundan kurtarma lüksünüz de vardır. Nihayetinde yazınızı yazdınız. Hiçbir şeyin amigosu değilsiniz ya, sivri sivri yazdınız böyle. O da ne? Sert tepkiler gelmeye başladı. Hay Allah hiç de hesaplamamıştınız! Bugüne dek uzaydaydınız zira. Lütfen külahımıza anlatınız. Bal gibi, kaymak gibi bu tepkileri hesaplayıp yazdınız. Çünkü tabudeviren olacaksınız. Hakkaniyet sizden sorulacak. Siz yazılmayanı yazabilen kişisiniz. Bunun için meseleyi derinden bilmenize gerek yok. Turistik ziyarette hatıralık magnet seçer gibi seçiverin kelimeleri.
Evet bu tipler aramızda yaşıyor. Çoğumuz yer yer dönüşüyoruz belki de. Önemli olan bunları diğerlerinden ayırmak, kendimiz oluyorsak da bir silkinmek. Bu hiçbir şekilde Fidel’in Küba’nın başka değerli sembollerin eleştirilmeyeceği anlamına gelmiyor elbette, yazılanlarda gerçek payı olacağını da yadsımıyor. Çatır çatır da eleştirilir, tartışılır ama bunun esnaflığını yapanları ayırmaya başlamalı bir yerden. Yazı yazmak hele ki eleştiri yazısı yazmak insanı bazen şu kıyıya sürükleyebiliyor: En çok bana kızacaksınız, siz de kızacaksınız siz de, saksı değilim ben. Sevim koş linç ediliyorum.