Bu hafta, geçtiğimiz günlerde buralarda sessiz sedasız geçen bir gelişmeyi aktarmayı planlamıştım...

Bu hafta, geçtiğimiz günlerde buralarda sessiz sedasız geçen bir gelişmeyi aktarmayı planlamıştım. Fransa’nın eski Dışişleri Bakanlarından Hubert Védrine (Sosyalist) önderliğinde bir grup Avrupalı eski siyasetçi ve devlet adamı, Avrupa Birliği’ni “Eylül ayında Filistin Devleti’ni tanımaya” çağırıyordu. Artık geri dönüş mümkün değil, Filistin Devleti yakında ilan edilecek. Ancak bu çağrının önemi, “Avrupa’nın, Filistin’in bağımsızlığını ve egemenliğini tanımasıyla, Filistin Devleti’nin sağlam temellerle barışçı safta yer almasını sağlayacağı ve bölgedeki istikrarı pekiştireceği” fikrini birçoğu zaten Filistin’i tanıyan tüm AB üyesi ülkelere, dahası AB tarafından yapılmasının sembolik değeri üzerinde durmasıydı. Yazıyı yazmak için İsrail’den tepki beklerken, İsrail’de halk ayaklandı...

Hem de öyle böyle değil, ülkeyi ve hükümeti kökünden sarsacak boyutta bir ayaklanma. Filistin devletinin tanınmasıyla da ilişkisi yok. İsrailliler bizim gibi sabahları beyaz peynir yiyormuş. Bu sembolik gıda maddesinin fiyat artışı dört yılda yüzde 40’e ulaşınca, halk, öfkesini sokağa dökmeye başladı. Diğer taraftan konut fiyatlarının rekor tırmanışı—Tel Aviv’de yüzde 32’si geçen yıl olmak üzere son üç yılda toplam yüzde 64 artmış—özellikle öğrencileri ve askerlik hizmetini yeni tamamlamış gençleri isyan ettirmiş. Gençlerle birlikte doktorlar, ev kadınları, anneler, öğretmenler gösterilerde omuz omuza sabırlarını taşıran ekonomik duruma isyan ediyor. Ülke tarihinde ilk kez bu boyutta bir toplumsal eylem yaşanırken, pazartesi günü 7,5 milyonluk ülkede 150 000 belediye görevlisi greve gitmiş. Tel Aviv’in şık mahallelerini çadırlar mantar gibi kaplamış. Tunus devriminin akabinde “ayaklanma salgını” komşu Mısır’a ulaşır ulaşmaz, hükümetin “etrafımızı İran güdümlü İslamcılar saracak!” diyerek ortalığı velveleye verdiği İsrail’de oluyor bunlar...
 
İsrail’de olanlar Arap dünyası ile benzerlik taşıyor. İsrailliler sendikaların ya da siyasi partilerin çağrısıyla değil, tıpkı komşuları gibi Facebook gibi toplumsal ağları kullanarak biraraya geliyorlar. Ancak İsrail’de Yahudi-Müslüman, laik-dinci, sağcı-solcu ayırımı yapmadan meydanlara inenler bizce Arap ülkelerindeki isyanlardan ziyade İspanya’daki “Öfkeliler-Indignados”ları çağrıştırıyor. Arap dünyasında, sınıf kavgasının hissedildiği Tunus dahil, halkın talebi daha fazla demokrasi idi. Oysa İsraillileri sokağa döken nedenler temelinde ekonomik. İsrailli “Öfkeliler” sistemi veya devleti yıkmayı değil, sosyal refah devleti istiyorlar. İşsizliğe, düşük gelirlere, konut fiyatlarının aşırı artışına, eğitim ve sağlık hizmetlerinin fahiş ücretlerine isyan eden yüzbinlerce İsrailli günlerdir “Ortadoğu’nun tek demokrasisinin” kentlerinde protesto gösterileri düzenliyor. İsyanlar Filistin ve barış için doğrudan olmasa da, hazır popülerliği yüzde 40’a düşmüşken Netanyahu ve gerici hükümet ortaklarının sonunu getirirse, o da bir kazanım olacaktır.

İsrailli gençlerin talepleri yerine gelirse bir diğer kazanım, Türkiyeli gençlerin çok iyi bildiği bir alanda gelebilir. Kadın-erkek zorunlu askerlik görevi uygulanan ülkede, bu görevi yapmayı reddedenlerin sayısı hızla büyüyor. Gençler “kendilerini devlet için feda ederken, aynı devletin onlar için hiçbir şey yapmadığını” beyan ederek isyanlara katılıyor. İşte vicdani retçilerin giderek arttığı İsrail’den gelen bu ses bizi çok ama çok ilgilendiriyor. Arap baharı, rüzgarı, İsrail esintisi, İspanyol “yeter!”i bizde bakalım ne zaman duyulacak? Gençlerin işsizliğinin kanatlandığı, konut sorununun çözümsüzleştiği, hayat pahalılığının belleri büktüğü ülkemizde hiç mi isyan eden yok? Hele hele, vatani “görevleri” sırasında yüzlerce gencimizin heba olduğu, kardeşin kardeşi vurduğu, üniformalarının üzerindeki kan henüz kurumadan çocukların “şehit” mertebesinde göklere uğurlandığı, her yıl onlarcasının şüpheli ölümlerle “zaiyat” olarak dosyalarının açılmadan kapatıldığı ülkemize, isyan rüzgarını geçtim, soru sorma esintisi ne zaman gelecek?