Dünyanın siyah ve beyazdan ibaret olduğunu, ölüm ve yaşam dışındaki her şeyin sanal olduğunu gösteren değerli varlık, Birikmişlerimin...

Dünyanın siyah ve beyazdan ibaret olduğunu, ölüm ve yaşam dışındaki her şeyin sanal olduğunu gösteren değerli varlık,
Birikmişlerimin kâh yettiği, kâh içeri girdiğim geçen yaz sonu, kıt kanaat geçindiğim günlerde bizi bir telaş almıştı. Bizim ekibin bir kısmı kombinelerini almış, tüm sene boyunca ‘sen’inle buluşacakları günleri iple çekiyorlardı. Cem’le telefonda konuşup birbirimizi ikna ettik ve “bu dünyada tutunacak kaç şeyimiz var ki?” dedik. ‘Eski Açık’ta bir sene boyunca buluşmak üzere kıydık biz de nikâhı! Yağmuru, çamuru, yakıcı güneşi veya ayazında ‘cefakâr’ âşıklar olarak yanındaydık ya, daha ne isterdi bu gönül.
•••
Soranların anlamadığı, ait hissetmenin ne demek olduğunu bilmeyenlerin şaşkınca baktıkları bir haldi bizimkisi. İçten içe sevdiğimiz İngiliz takımı Liverpool’dan sekiz yediğimizin ertesinde bile elimizde şarap şişesiyle ‘Şairler Parkı’nda yağmura tutulmanın güzelliğiydi. Evet, ‘sevinmek için sevmemek’ti.
Gecelerin erkenden geldiği, gökyüzünün görünmediği kış mevsiminde, Ay’ın kendini narince gösterdiği bir anda, oyundan bir an olsun kopmuşken, tam da dakikalar 85’i gösterince, tüm stadın seni uyarmasıydı düşündürücü olan. Bu yüreğin güzelliği, hep bir ağızdan, takım o anda yense de yenilse de hiç önemli değil, yumrukları sıkılı bir vaziyette kadın erkek, genç yaşlı herkesin ‘Gündoğdu Marşı’nı söylemesinden geliyordu.
Art arda aldığımız yenilgilerle, uzun süre şampiyonluğa hasret kalmamızla, Anadolu takımlarının bile bazen gerisine düşmemizle dalga geçenlere verilen en güzel yanıttı “pazara kadar değil, mezara kadar bizim aşkımız” demek. Öyle ya her aşk arasında yaşanılan ufak tefek sorunlardı bizimkisi de.
“Bugün keşke çubuklu formaları giyseler” tümcesinde biraz istek, biraz da geçmişe öykünme vardı. Sanki sevgilisi ile buluşacak heyecanlı âşığın içindeki duyguların aynısıydı bizimkisi. Bu geçmişe öykünme bir anlamda, fuleli koşularla sol taraftan alabildiğine koşan Sarı Fırtına Metin’e, Kral Feyyaz’a, müjdeli haberler veren Ferdinand’a, çamurlar içindeki formasıyla mücadele veren İlhan Mansız’a, Takoz Recep’e, Fransa’da doğan Pascal’a, adam gibi adam olan Ertuğrul’a, Atom Karınca Rıza’ya, gördüğüm en klas 10 numara Sergen’e de bir göndermeydi.
Sana olan tutku, “Seni sevmek güzel şey” diye başlayan şiirin satır aralarında, bir Zeki Demirkubuz filminin en kuytu yerinde;  ne bileyim, Feridun Düzağaç’ın en demli ezgisinde ya da semte yakın bir parkta karşımızdaki duvara Aragon’a inat çizilmiş “Mutlu aşk vardır” yazısının ta kendisinde öylece yer ediniyordu.
Doksanlı yıllardan bugüne biriktirilen maç biletleri, duvarlara asılan Baba Hakkılı posterler, futbolcuların fotoğraflarının yer aldığı tespih, çiklet paketlerinden çıkan futbolcu kartları, önemli maçların sonuçlarının yer aldığı gazete kupürleri, yüzüncü yıl materyalleri ve siyah-beyaz efemeranın tümünün başköşelerde tutulması, saklanması bile mirasların en büyüğüydü. Aşkı saklardı insan kendi içinde, büyütürdü.
Ve bugün, uzun yıllar sonunda mutlulukla kucaklaştığımız, milyonlarca seveniyle hasret giderdiğin mayısın, son günüydü. Denizleri, Sinanları, İbo’yu, nice yiğitleri sonsuzluğa uğurladığımız o meşum, hüzün dolu onlarca mayısa direnircesine… İbrahim Karaca’nın, “… karanlığın işi nedir mayıs doğmasın diyedir / geceye ışık saçanın sevdası ölesiyedir…” dizelerine huşu içinde bir dokunuşla, yıllarca acıyla nihayetlenen mayıslardan bir mayısı huzur ve mutlulukla bitirdiğimiz, yaza merhaba dediğimiz bir sene oldu.
Seyirci olmak yerine, bilakis taraftar olanlara, ‘semt takımı kültürü’nü yaşatanlara, dakikalar 85’i gösterirken yumrukları havaya kaldıran taraftarlara, isyanı en önde tutanlara, haksızlığa uğrayana destek veren tribünlere, ırkçılığa karşı duran ve “hepimiz zenciyiz” diyebilen koca yüreklere, siyah-beyaz ‘Büyük Altay’ın ‘Büyük Mustafa’sına ve siyah-beyaz futbol takımının formasını giyen tüm futbolcularına bin selam olsun. Şen ola Kartal, şen ola!..