Barolar bölünmesin, barolar susmasın, barolar güçlü olsun. Olsun ki; insan yanımı korurken destek bulayım, insan yanımı geliştirirken güçlü olayım, insan yanım susmasın. Ben şimdi yüksek sesle söylüyorum barolara dokunmayın. Vicdanlı, sıradan, iyi insanlar; hadi hep beraber söyleyelim: Barolar yurttaşın vicdanının sesidir. Baroma dokunma.

Bu barolar ne istiyor?

Özkan Yücel

Türkiye, 22 Haziran sabahı farklı bir güne uyandı. Saat 10.00 sıralarıydı; Ankara’dan gelen bir haber, gündeme bomba gibi düştü. Bulundukları illerden yola çıkıp üç günlük yürüyüşün ardından Ankara’ya giriş yapmak isteyen baro başkanları, polis barikatıyla karşılaşmış ve kentin giriş kapısında durdurulmuşlardı.

Aslına bakarsanız; bir yürüyüşün engellenmesi, ülkenin aşina olmadığı bir durum değildi. Hemen her gün, değişik illerden toplantı ve gösteri yürüyüşü yapmak isteyen bazı “küçük grupların” dağıtıldığı ve katılımcıların bir kısmının gözaltına alındığı haberleri, vakayi adiyendendi. Ancak bu kez yaşanan farklıydı. Bir kez yürüyenler, bu ülkedeki 140 bine yakın avukatı temsil eden baro başkanlarıydı. Herhangi bir yasadışı örgütle ilişkilendirilmeleri mümkün değildi. Hatta yürüyenler arasında, her politik duruştan, her siyasi kimlikten baro başkanları mevcuttu. Kanunları da, yurttaşların haklarını da biliyorlardı bu kez durdurulanlar. Dahası, 3 gündür yoldalardı ve bir tek taş atılmamış, bir tek cam kırılmamış, kimsenin burnu kanamamıştı. Yani şiddet de yoktu eylemin içinde, şiddet çağrısı da. Bir tek şey söylüyorlardı: “Barolar yurttaşın vicdanı, barolar hak arama özgürlüğünün güvencesi, barolar kişi hak ve özgürlüklerinin teminatıdır. Baroları siyasileştirmeyin. Barolara dokunmayın.”

Gördüm televizyondan, öyle böyle bir durdurma değil, üstlerine saldırdılar, sandalye vermeyip gündüz ve gece ayakta bıraktılar. Çadır kurulmasına izin vermeyip gündüz güneşte, akşam yağmurda, gece ayazda bıraktılar. Yemekleri zorla teslim ettiler, giysileri zorla. Bir de tuvalet işi var ki, evlere şenlik. Belediyenin seyyar tuvalet kurmasına izin vermediler. Anlayacağınız eziyetin, vicdansızlığın daniskası.

Anlamadım ben; “ne olmuş olabilirdi”, baro başkanlarını Cumhuriyet’in başkentine sokmamak için nasıl bir gerekçe ortaya konulabilirdi ki? Olsa olsa boylarından büyük işlere kalkışmış olmalıydılar.

Aslında duydum tabii, Türkiye bir süredir televizyon kanallarında, gazete haberlerinde, baroların siyaset yaptığını ve hadlerini aştıklarını belirterek baroların yapısını, seçim sistemlerini değiştirmek konusunda söz söyleyen insanlarla dolu. Yazılıp çizilenler bir yana, her geçen gün siyasi iktidarın bir temsilcisi baroların yapısı üzerine değerlendirmeler yapıyor ve “çok oldular” mealinde sözler ediyor. Duymadım demem mümkün mü?

Duydum duymasına da, anlayamadığım şeyler var söylenenler arasında. Siyaset diyorlar ya, hiç seçime katılmadı hatırladığım kadarıyla barolar. Oy devşirmedi, oy çalmadılar; hükümet olmak da değil muratları. Biz şöyle yönetiriz; diyen baro başkanı görmedim mesela hiç.

Düşünüyorum da, geçenlerde barolar toplu olarak Çorlu Tren Faciası Davası'nın duruşmasındaydılar. “Bu koca kazanın tek sorumlusu orada çalışan teknisyenler mi? Yeterli kontrolü sağlamayan, bakım ve iyileştirme işlemlerini yapmayan, maliyeti düşürmek için azalttıkları personelin yaptığı görevi yerine getirmeyen kamu görevlileri nerede” diyorlardı.

Kaybolan bir kadın vardı, “Gülistan nerede” diye soranlar da barolardı.

Hani yüksek bir yerden atılmış da intihar etti demişlerdi Şule için, ona adalet arayanlar, failin cezalandırılmasını sağlayanlar da onlardı.

Sandıklardan çıkan oylar bir akşamüstü YSK kararıyla yok sayıldığında, bir daha olmaz deyip sandıklara sıkı sıkı sarılanlar ve demokrasi, oy hakkı diye çırpınanlar da onlardı.

Ha bir de Kazdağları var; mübarek oksijen deposu, Salda Gölü, Kirazlıyayla, sahiller, dağlar, ovalar sürekli olarak para için ortadan kaldırılan güzelim doğa parçaları. “Onları yok etmeyin, onlar sizin değil, çocuklarımızın” deyişlerini hatırlıyorum mesela.

Seçilmişleri görevden alıp yerine atanmışlar koyulduğunda da önce barolardan yükselmişti “yanlış yapıyorsunuz” sesleri.

İki yazı yazdım geçenlerde, bir sabah gelip götürdüler beni; bi barolar, avukatlar vardı bana sahip çıkan.

İşten atıldığımda da kıdem tazminatım için uğraşan onlardı mendebur patron karşısında.

Peki, siyaset yapıyor dedikleri bunlar ise, neresi siyaset oluyor bunun, işte onu anlamadım. Ben de öyle diyorum gerçekten. Vicdanım başka türlüsüne el vermiyor. El vermiyor bunca adaletsizlik karşısında susmaya.

Sahi düşündüm de; sussa barolar, sahiden sussa ama; istismarı görmese, kadın cinayetlerini, doğayı, insanı, adaleti, özgürlüğü, yargıyı görmese mesela, nasıl bir ülke kalır ki geriye umut adına.

Yok yok; aklım, vicdanım, insanlığım, her şeyim barolar gibi düşünüyor. Böyle düşünüp söyleyenleri böldüklerine göre beni de bölerler belki yakında. Vicdanlı olan, insan olan yanım sağlam kalsa da bedenimden suskun bir yan çıkarırlar mı, ona bakacaklar. Ve makbul insan sayacaklar; suskun, çaresiz, teslim olmuş, kabullenmiş yanımı, sırf ses çıkarmadığım için.

Ben sordum kendime; böyle bir insan mı istiyorum, böyle bir ülke mi, böyle bir gelecek mi çocuklarıma bırakmak istediğim?

Yok olmaz, kabul edilemez; Barolar bölünmesin, barolar susmasın, barolar güçlü olsun. Olsun ki; insan yanımı korurken destek bulayım, insan yanımı geliştirirken güçlü olayım, insan yanım susmasın.

Ben şimdi yüksek sesle söylüyorum BAROLARA DOKUNMAYIN…

Vicdanlı, sıradan, iyi insanlar; hadi hep beraber söyleyelim: BAROLAR YURTTAŞIN VİCDANININ SESİDİR. BAROMA DOKUNMA.