Geçtiğimiz hafta, tersine beyin göçü için yetenekli araştırmacılarla ilgili “para verelim de dönsünler” açıklamalarının üzerinden 24 saat geçmeden, sabaha karşı evleri basılan akademisyen, hukukçu, bilim insanı, çok sayıda ismin gözaltı haberiyle güne uyandık.

Bir kez daha…

Ve bir kez daha içinde bulunduğumuz ekonomik krizin sadece ekonomik gelişmelerden kaynaklanmadığı, gerçekte bu ekonomik gelişmeleri yaratan çok derin sorunlarımız olduğu da yüzümüze çarpıldı.

Evet bir krizin tam da içindeyiz.

Bu kriz, antidemokratik, hukuksuz, eşitlik ve özgürlükleri hiçe sayan bir siyasi anlayış ile onun izdüşümü olan, kapsayıcı, eşitlikçi bir kalkınma hedefinin yerine, yıllardır ve sürekli “ne pahasına olursa olsun büyüyelim” diyen anlayıştan kaynaklanıyor.

Bu anlayış derinleşerek devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı’nın hazırladığı 2019 bütçesinde tekrar tekrar görüyoruz.
Sanayi, teknoloji ve bilim bakanlığının bütçe oturumu da bunun en çarpıcı örneğiydi.

Teknoloji için bilim gerekiyor, bilim için eğitim ve özgürlük gerekiyor. Oysaki bugünkü gerçekler çok farklı. Üniversiteleri içi boş dört duvara çevirdiler, tek tipleştirdiler, bilim insanlarını “barış” dedi diye ihraç edip, yetmedi pasaportlarına el koydular, yetmedi gözaltına aldılar…

Geleceği olmayan bütçenin dayandığı siyasal iklim gençleri başka topraklarda gelecek aramaya itiyor. Türkiye’den yurt dışına göç edenlerin sayısı bir yılda yüzde 42 arttı ve göç edenlerin de yüzde 42’si gençler.

Bu koşullarda bilim insanlarının ülkeye dönüş seferberliği için hazırlık yapılıyor-muş! Oysa hepimiz biliyoruz ki, tek bir seferberliğe ihtiyaç var; hukuk, özgürlük, demokrasi, eşitlik, barış. Bu seferberliği yapma iradesini gösterecek bir yeni siyaseti örmemize ihtiyaç var. Bu iktidar yapmaz. Yapamaz değil, yapmaz!

Geniş tanımıyla AR -GE harcamalarımızın millî gelire oranı yüzde 1 dahi değil. Gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 2,5-3,5 arasında.

Az olan bu harcamalarla bilim üretilebilmiş mi peki? Hayır. Türkiye menşeili yabancı akademik yayınlar son iki yıl içerisinde yüzde 28 azalmış. Türkiye’den yapılan yayınların aldığı bilimsel atıflar sıralamasında 239 ülke arasında 167’nciyiz. 1 milyon kişiye düşen araştırmacı sayımız Avrupa ortalamasının üçte 1’i.

Peki, kalkınma olmuş mu? Elbette olmamış, çünkü kalkınma için bilim, teknoloji, sanayi gerek, ama hepsinden önemlisi kapsayıcı kurumlar gerek.

Kapsayıcı kurumlar parlamenter demokrasi, sivil toplum, katılımcılık demek. Artık iktidar üstünde hiçbir denetim kalmadı; Türkiye, 113 ülke arasında iktidar üstünde en az denetim olan 3 ülkeden 1’i.

Başkanlıkla parlamenter demokrasi bitirildi. KHK’lerle üniversiteler çökertildi. Hukuksuzluklarla özgür basın, sivil toplum, sendikalar bitirildi. Katılımcılık yıkıldı. Milletvekilleri, Osman Kavala, Dev-Yapı-İş Başkanı Özgür Karabulut, 145 gazeteci, üçüncü havalimanında çalışırken, ölmeyelim, diyenler, daha niceleri ve şimdi de Yiğit Aksakoğlu hapiste…

Açık olan şu: bu bütçe yüzde 99’un değil, halkın değil, yüzde 1’in, rantın bütçesi. İçinde sanayi yok, bilim yok, teknoloji yok. Kalkınmanın değil, ahbap çavuş düzeninin, rantçılara ayrılan kamu kaynakları ve devlet garantilerinin bütçesi… Bu bütçeden gelecek çıkmaz, bu bütçeden Türkiye’nin krizinin derinleşmesi çıkar.


İşte tüm bunlar ışığında, yeniden: bu bütçeyle mücadele bir demokrasi mücadelesidir! Tek adamın yerine demokrasiyi, baskının yerine özgürlükleri, rantçının yerine halkı koyacak bir geleceği kurmaktan başka yolumuz yok.