“… Babası oğlunu öldürmüş. Başını odunların arasına koyup eve getirmiş, hanımına göstermiş. Hanımı hiçbir şey dememiş.

Ertesi sabah çocuğun başını kazana atmış, altına ateş yakmış. Öğle olduğunda kız sokaktan gelip, üvey anasına:

- Yemeğimi hazırla, yiyip okula gideceğim, demiş.

- Kazan mutfakta, tabağını alıp git. Yemeğini kendin koyup alabilirsin, demiş üvey ana.

Kız kazanın başına varmış; birinci kazanın kapağını kaldırır kaldırmaz korkup kaçmış. Gözü ağabeysinin saçlarına takılınca, onu tanımış.

O hemen kapağı kapatıp, ağlaya ağlaya okula doğru yol almış. Okula varır varmaz, bütün olan biteni hocasına anlatıvermiş.

- Dünyada üvey analar böyle işleri çok yaparlar, demiş hocası. Bırak, üzülme. Bu ateşin dumanı onun gözlerini kör edecek. Fakat sen çok dikkatli davranmalısın. Şimdi beni iyi dinle: Ağabeyinin etine asla ağzın değmesin. Kemiklerinin hepsini toplayıp bir gül ağacının dibine göm. Ona su döküp kırk gece boyunca başında oturarak ebedilik duasını oku. Diğerleriyle işin olmasın. Gerisini merak etme sen.

Kız, hocasının sözlerine kulak verip, ağabeyinin kemiklerini toplamış ve bir gül ağacının dibine gömmüş…”

Bilmeyenleriniz “ne zırvalıyor bu adam” diyecektir ama hayır, elbette ki bu satırlar bana ait değil. Dinci bir meczubun, bir ruh hastasının kaleminden çıktığı kolaylıkla anlaşılan bu satırlar, “Farkındayız, sadece kitap değil bir dünya veriyoruz” sloganını kullanan Nar Yayınevi adlı bir yayınevinin “Kahkaha Gülleri” adlı kitabında yer alıyor, yazarın adı İhsan Büyükçolak ve en fecisi şu ki, bu kitap ilkokul 2 ve 3. sınıf öğrencileri için hazırlanmış.

Alıntıladığım kısacık kısımda bile dinciliğin hastalıklı dünyasına ait izleri ve bu hastalığı nasıl tüm bir topluma, nasıl tüm çocuklara bulaştırmak istediklerini görebiliyoruz: Bir çocuğun öldürülmesinin, üstelik kafasının kesilerek öldürülmesinin normalleştirilmesi, kesilen kafanın bir kazanda pişirilmesinden gayet sıradan bir hadise gibi söz edilmesi, üvey anneliğin şeytanlaştırılması, çocukların böylesi bir vahşetle bu şekilde yüzleştirilmesi, işlenen suçun cezasının öbür tarafta verilecek olması nedeniyle konunun üzerinin kapatılması, hocasının (öğretmeninin değil!) ona verdiği “kemikleri bir gül ağacının dibine göm ve ebedilik duası” oku şeklindeki öğüt… Tüm bunlar, kitabın yazarına ait kişisel bir hastalığın ürünü olmanın ötesinde, bir dünya görüşünün, yani siyasal İslam’ın, dinciliğin, gericiliğin, fütursuzca ve pervasızca dile getirilişinden, harfler aracılığıyla vücut buluşundan başka bir şey değil aslında.

Burada akıl yok, burada bilim yok, burada pedagoji yok, burada eğitim yok, burada çocuk psikolojisi yok, burada hukuk yok, burada cinle, periyle, büyüyle, falla, envai çeşit hurafeyle delirtilmek, psikopatlaştırılmak, zombileştirilmek, sürüleştirilmek istenen milyonlarca çocuk var. Hayır, bu yanlışlıkla yapılmış bir şey değil, gayet bilinçli; hayır, ortada istisnai bir durum yok, tam da “zamanın ruhu”na uygun bir eğitim anlayışının parçası bu satırlar ve hayır, kitabın piyasadan toplatılması herhangi bir anlam ifade etmiyor, çünkü olan bitenin, eğitimde yaşananların, milyonlarca çocuğun içine hapsedildiği o korkunç hapishanenin sadece kamuoyuna yansıyan küçük bir kısmı bu.

İşte bakın, TEOG sınavının yerine getirilen düzenleme ve yapılan açıklamalar orada duruyor. “En iyi okul, eve en yakın okuldur” saçmalığını bir talimat olarak kabul edip toplumu imam-hatiplere, yoksul çocuklarını da yoksulluğa mahkûm etmiyorlar mı? Üstelik bunu da “nitelikli okullar için sınav yapılacak, kazananlar oralara, geriye kalanlar evlerine en yakın okullara gidecek” diye anlatıp, açık seçik bir şekilde “sizi niteliksiz okullara mecbur ediyoruz” demiyorlar mı? “Eve en yakın okul” eninde sonunda bir İmam-Hatip’e çıkmıyor mu? Yoksul çocuklarının hiç olmazsa bir kısmının iyi okullarda okumalarının önü bütünüyle kesilmiyor mu? Eğitim bir kez daha piyasanın, paranın insafına terk edilmiyor mu?

İmam-hatip’e mecbur edilen, din derslerinde aklı iğdiş edilen, değerler eğitimi adı altında çocuk aklının almayacağı saçmalıklara maruz bırakılan, küçücük yaşta başları örtülen, “çocuk gelin” yapılan, okutulmayan, tecavüze uğrayan, yakılan, sadece İmam-Hatip’lerle değil, tarikat-cemaat okulları ve yurtlarıyla, Kuran kurslarıyla, vakıflarla, derneklerle kuşatılmış, gericilik ve piyasa tarafından cendereye kıstırılmış milyonlarca çocuk, çocukları rehin alınmış bir toplum…

Hayır, bundan kaçarak kurtulamazsınız, yokmuş gibi yaparak kurtulamazsınız, kendi çocuklarınızı özel okullara vererek kurtulamazsınız, çünkü rehin aldıkları o çocuklar değil sadece, sizsiniz, biziz, hepimiziz. Kafa kesmeyi, kesik başı kazanda pişirmeyi, kardeşine yedirmeyi, kemikleri bir gül ağacının altına gömmeyi, başında kırk gün kırk gece dua etmeyi anlattıkları çocuklar “başkasının çocukları” değil, hepimizin çocukları, tüm bir toplum. Karanlık, kötülük dibimizde, ensemizde, yanı başımızda. Evlerimizden, pencerelerimizden, kapılarımızdan içeri sızıyor, bizi kendine benzetmeye, kendi gibi yapmaya, kötü ve karanlık kılmaya çalışıyor. Bunu görmezden gelemeyiz, yokmuş gibi yaparsak gideceklerini düşünemeyiz, teslim olamayız. O çocukları kurtarmalıyız, o çocukları kurtaracağız. Başka çareniz yok, başka çaremiz yok.