Bu dava kapanmaz
Beyazıt Meydanı’nda 7 gencin katledildiği 16 Mart Katliamı’nın üzerinden 47 yıl geçti. Katliamda yaralanan Engin, “Yaşananlar siyasi saikle işlenmiş bir kontrgerilla eylemi idi” derken davanın avukatı Alptekin, “Bu davanın kapatılması mümkün değil” dedi.

Deniz Güngör
denizgungor@birgun.netİstanbul Beyazıt Meydanı’nda 16 Mart 1978’de 7 öğrencinin katledildiği 50’den fazlasının yaralandığı bombalı saldırının üzerinden 47 yıl geçti.
İstanbul Üniversitesi’nden çıkan öğrencileri hedef alan polis destekli faşistlerin gerçekleştirdiği katliamda, öğrenciler Abdullah Şimşek, Baki Ekiz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt ve Turan Ören yaşamını yitirdi.
16 Mart katliamı, 1977 1 Mayıs, Maraş ve Çorum katliamları gibi bir kırılma noktası oldu. Peş peşe gerçekleştirilen bu katliamlarla 12 Eylül darbesine giden yolun kapısı açıldı. Faşist darbe ise ülkenin bugün içine sürüklendiği karanlığın temel tuğlalarını döşedi. 1993 Sivas ve 1995’deki Gazi katliamları ile bugünkü rejimin önü açıldı.
Tıpkı diğer katliamlar gibi 16 Mart Katliamı’nın da sorumluları hesap vermedi. Katliamın ardından açılan dava “zamanaşımı” kararıyla düşürüldü, sanıklar ise cezasızlıkla ödüllendirilerek yaşananların üzeri örtülmek istendi. Ancak aradan geçen 47 yılda yaşanan her şey yurttaşların hafızlarında ilk günkü canlılığıyla kaldı.
Türkiye’nin ilk kontrgerilla davasıyla ilgili 20 Ekim 2008’de İstanbul 6’ncı Ağır Ceza Mahkemesi “zamanaşımı” kararı verdi. Katliam, kontrgerillaların yargılandığı ilk dava olarak tarihe geçerken 16 Mart Katliamı’nın tanıkları ise hâlâ o günü ilk günkü canlılığıyla hafızasında tuttu.
SESLERİ HÂLÂ HATIRLIYORUM
16 Mart Katliamı’nın tanıklarından olan ve saldırıda bacağından yaralanan dönemin öğrencisi Akademisyen Fevzi Engin, o gün yaşadıklarını anlatırken “bir gariplik olduğunu sezdiklerini” söyledi. Daha önceleri kampüsten Süleymaniye kapısından çıkardıklarını ancak olaydan 1 hafta önce o kapının kapatıldığını söyleyen Engin, o gün polis tarafından öğrencilerin merkez kapıya yönlendirildiğini anımsattı.
Engin, “Giriş-çıkışlarda turnikelerden geçildiği için kapıda yığılma olmuştu. Bu nedenle bir grup arkadaşımızla yığılma azalsın diye biraz geride kalıp bekledik. Ancak tam o sırada birinin ‘bomba’ diye bağırdığını, ardındansa büyük bir patlama sesi duyduk. Hepimiz yerlere yattık, sonrasında seri silah sesleri… Bugün hâlâ mermilerin duvarlara çarptığı o sesleri hatırlarım. Daha sonra çığlıklar, bağırmalar. Dışarı çıktığımızda herkes kaçışıyordu, yaralı arkadaşların yerde yattığını gördüm. Yaralıları hemen en yakınımızda olan Esnaf Hastanesi’ne götürdük. Benim bacağımda da bir sıyrık vardı” ifadelerini kullandı.

YARGININ GEREKÇESİ HUKUKİ DEĞİLDİ
Olayın ardından üniversitenin merkez binasını işgal ettiklerini anımsatan Engin o anları şu sözlerle anlattı:
“Hepimizde kaybettiğimiz yedi arkadaşımızın hüznü vardı. Ertesi gün ölen arkadaşlarımızın cenazelerini törenle ailelerine teslim etmek istiyorduk. Emniyet ve Valilik buna izin vermiyordu. Oluşturulan komitenin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı ile yapılan görüşmenin ardından taleplerimiz kabul edildi. Bir sonraki gün ise Beyazıt’ta merkez bina önünde toplanarak Gülhane’deki morgdan arkadaşlarımızın cenazelerini aldık. Oradan ise Sirkeci’ye dek yürüyerek arkadaşlarımızı ailelerine teslim ettik.’’
Davanın faili meçhul bir cinayet gibi 2008 yılında zamanaşımı gerekçesiyle kapatıldığını söyleyen Engin son olarak şöyle konuştu: ‘‘Gerçek suçlular hiçbir zaman yargılanmadı. Ancak yargının bu gerekçesi kesinlikle hukuki bir gerekçe değildir. Zira bu katliam siyasi saikle işlenmiş bir kontrgerilla eylemi idi. Mahkemeye bu eylemin bir kontrgerilla eylemi olduğunu, sanıkların ifadelerinin buna göre alınması ve delillerin de buna göre toplanması gerektiğini kabul ettirdik. Bu suçun TCK’de ayrıca ve açıkça tarif edildiğini gösterdik. Ardından da, bu suç örgütünün faaliyetleri devam ettiği sürece zamanaşımının işlemesinin mümkün olmadığını ortaya koyduk. Bu tür davaları ‘insanlığa karşı işlenen suç’ kategorisine sokma çabasının beyhude bir çaba olduğunu, bu çabanın kontrgerilla yargılamalarının üstünü örtmekten başka bir işe yaramayacağını da anlatmaya çalıştık. 16 Mart Katliamı davası müesses nizamın yargı duvarında minik de olsa bir gedik açmayı başararak, hukuk tarihinde bir ilke de imza atmıştır.”
KONTRGERİLLALARIN YARGILANDIĞI İLK DAVAYDI
16 Mart Katliamı’nın müdahil avukatlarından Cem Alptekin, olayın ardından “adiyen adam öldürme” iddiasıyla 1978 yılında açılan ilk davanın delil yetersizliğinden sanıkların beraat ettiğini söyledi.

Kendilerinin ortaya çıkardığı yeni sanıklar üzerinden 1995 yılında açılan ikinci davanın ise zamanaşımı gerekçesi ile düşürüldüğünü ifade eden Alptekin, “Ancak 16 Mart Katliamı davasının aslında bu gerekçe ile kapatılması mümkün değildir. Zira dava sırasında toplanan delillerle bu katliamın bir kontrgerilla operasyonu olduğunu ortaya çıkardık. Ardından çok önemli bir adım atarak, o dönemde meydana gelen benzeri katliam ve cinayetlere ilişkin dava dosyalarının delil olarak celbini ve sanıklara da atılı suçun siyasi saikle örgütlü olarak işlendiği iddiası ile ek savunma hakkı verilmesini talep ettik. Bu taleplerimizin mahkemece kabul edilmesi ile davamız da kontrgerilla davasına dönüşmüş oldu. Böylece bu örgütün faaliyetine devam ediyor olması nedeniyle zamanaşımı engelini aşmış olduk” dedi. Alptekin, “Hukuk tarihine geçecek değerde önemli adımlardı bunlar. Nitekim mevcut mevzuattan yola çıkarak ülkemizdeki tüm siyasi cinayet ve katliam davalarının yeniden ele alınması mümkündür. Ancak, maalesef en son Sivas Davası’nda da görüldüğü gibi, siyasi cinayet ve katliamların birçoğunun asli faili olan kontrgerillayı sanık sandalyesine oturtmak için hiçbir hukuki gayret gösterilmemiş; bunun yerine 2005 değişikliği ile TCK’ya giren ‘insanlığa karşı suç’ kavramı ileri sürülerek, kontrgerilla gerçeğinin üstü örtülmüştür. Türkiye’de bu tür davaların ‘adiyen adam öldürme’ davası olarak açılması ve buna göre en fazla tetikçiler üzerinden sonuca gidilmesi bir yargı klasiğidir” diye konuştu.
16 Mart Davası “yargı klasiğini kırdığını” anımsatan Alptekin şunları söyledi: “Örgütlü suçlarda, örgüt faaliyetinin devam ediyor olması zamanaşımını keser. O nedenle bu tür davalar bu gerekçe ile düşürülmüş olsa da, bu davaların kapatılması hukuken mümkün değildir. Bugün sistemin yargılamalarında kontrgerillayı mahkûm edemeyeceğimizi biliyoruz. Ama kontrgerillanın mevcut mevzuatın verdiği imkânlarla deşifre edilebileceğini ve delillendirilerek yaratılacak kamuoyu baskısıyla çok mesafe katedilebileceğini de biliyoruz. Bu anlamda 16 Mart davası çok önemli bir ilk adımdır, Türkiye ve dünya hukuk tarihinde. Bunun devamı gelmelidir ve gelecektir.”
***
CEZASIZ BIRAKILDILAR!
16 Mart Katliamı hakkında gerçekleştirilen soruşturma kapsamında dönemin Ülkü Ocakları İstanbul İl Başkanı Orhan Çakıroğlu, Mehmet Gül, dönemin MHP İstanbul İl Başkanı Kazım Ayaydın ve Ahmet Hamdi Aksoy gözaltına alındı. Saldırıyla bağlantısı olduğu tespit edilen Sıddık Polat ise Elazığ’da gözaltına alındı. 17 kişinin yargılandığı davada yalnızca Polat hakkında 11 yıl hapis cezası verilirken bu karar daha sonra Askeri Yargıtay tarafından bozuldu. Öğrencilerin üzerine bombayı atan Zülküf İsot daha sonra katliamı kendisinin gerçekleştirdiğini ve polis aracıyla üniversiteye geldiğini anlattı. İsot, itirafçı Lütfi Aktı tarafından öldürüldü. İtirafçı Ali Yurtaslan ise öğrencilerin üstüne atılan bombayı Abdullah Çatlı’nın temin ettiğini öne sürdü.