Futbolcu Sergen Yalçın sporculuk hayatında ‘olduğu kadarıyla’ yetinmiş olabilirsin. Ama işte hayat seni hocalık gibi bir sorumluluğa taşıdıysa kişisel tercihlerini istediğin gibi yaşayamıyorsun. Yaşamak istiyorsan da hocalık yapmıyorsun. Çünkü mümkün değil. Çünkü hocalık dediğin bir tür emanetçilik. Çünkü mesele endüstriyel futboldan da ötesi.

Bu defa koş Sergen Hoca

ELİF ÇONGUR

“Sergen Yalçın futbolu” diye adlandırılabilecek şeyi dünya gözüyle izlemiş biri olan herkes gibi benim de kendisiyle ilgili cümlem aynıdır: “Çok yazık etti.” Hatta kendisine fena halde dargındım. O yeteneği öyle savurup attığı için. Çalışmakla ilgili sıkıntısını kötü bir tembelliğe övgüye dönüştürdüğü için. Koşmadığı için dargındım.

Şöyle yazmıştım:

“Onunla hikâyemiz şahane başlamıştı oysa. Futbol oynadığı yıllarda onu seyretmenin şans olduğunu düşündüğümüz çok zaman oldu. Olağanüstü yetenekliydi, akıl almaz. Mesele de tam burada başladı, yetenekliyse niye çalışsındı. Çalışmayacağını kesin olarak anladığımız günlerde onunla ilgili tutunacak başka dallar bulduk. ‘Bana koş diyorlar, ama anlatamıyorum ben koşunca yoruluyorum’ cümlesini ilk duyduğumuzda çok hoşumuza gitti. Yetenekli olduğu kadar zekiydi demek. ‘Bobo… Hımm… Bobo’nun adı güzel’. Sevimliydi de. Kendiyle barışıktı. Komikti. Yaşasındı yorumcu Sergen. Öyle olmadığını zaman içinde anladık. Bitmek bilmez biçimde uzadı çalışmayı küçümseyen hatta aşağılayan ifadeleri. Antrenmandan kaçma hikâyeleri gına getirdi. ‘Ben isteseydim’le başlayan cümleleri giderek sevimsizleşti. ‘Ohooo ben isteseydim’, ‘Çalışsaydım’, ‘Ben koşsaydım…’ Koşsaydın Sergen, koşabiliyorsan koşsaydın. O kadar kolaysa yapsaydın. Giderek tembelliğe övgüye dönüştü olma biçimi. Yorumculuğundaki ciddiyetsizlik sinir bozmaya başladı. Kendisinden başka kimseyi tanımıyordu, yorumcu olmak için öyle her futbolcuyu bilmek, maçları izlemek filan gerekmiyordu zaten. Sonra, geçen sene Gaziantepspor’u çalıştırmaya başladığında yeniden umutlandık. ‘Memlekette dünya gözüyle gördüğümüz en büyük yetenek, doya doya izleyemedik. Bari teknik direktör olarak içimizdeki ukdeyi biraz olsun gidersin’ diye düşündük. Ama işte Sergen Yalçın’ın çalışmakla ilgili derdi olduğunu unuttuk.”1

Bu satırların yazılmasının üzerinden neredeyse altı sene geçmiş. Söylediklerimin bir bölümünün arkasında durmakla birlikte koşmayan Sergen Yalçın’ı anlamaya çalışıyorum şimdilerde. Dünya futboluna adını kazıyacak bir yeteneğe ve futbol zekasına sahip olacaksın ve bunu elinin tersiyle iteceksin. Bedelini ödemek istemeyeceksin ve ödemeyeceksin. “Koşmuyorum arkadaş” diyeceksin. Bunun da bir tercih olabileceği ihtimali kafamı kurcalıyor. Konuyla ilgili elle tutulur bir sonuca varmış değilim henüz, bugünkü aklımla söyleyebileceğim tek şey var; kişisel seçimidir ve fakat umarım pişman değildir.

Fakat iş teknik direktörlüğe geldiğinde aynı rahatlıkla aynı cümleleri kurmak mümkün olmuyor işte. Kişisel kariyerini “olduğu kadar” fikri üzerine kurabilir, taraftarı buna ikna edebilir, büyük emek vermeden, koşmadan, yorulmadan gelen başarıya razı olmuş olabilirsin. Futbolcu Sergen Yalçın olarak bunu tercih etmiş, sporculuk hayatını öyle geçirmiş ve “olduğu kadarı”yla yetinmiş olabilirsin. Ama işte hayat seni hocalık gibi bir sorumluluğa taşıdıysa kişisel tercihlerini istediğin gibi yaşayamıyorsun. Yaşamak istiyorsan da hocalık yapmıyorsun. Çünkü mümkün değil. Çünkü hocalık dediğin bir tür emanetçilik. Çünkü mesele endüstriyel futboldan da ötesi.

Çünkü Beşiktaş. Beşiktaş teknik direktörü olarak artık bunu yapamazsın. Beşiktaş’ın hocası Sergen Hoca olarak yapamazsın. Mecbur çalışacaksın hocam. Saha içi yetmeyecek, saha dışında da çalışacaksın, akıl almaz futbol zekânı teknik taktik ne gerekiyorsa onun için zorlayacaksın, emek vereceksin. Canını sıkmak gibi olmasın ama koşacaksın Sergen Hocam. Çünkü artık sadece kendinden değil, seni öz evladı olarak gören bir kulüpten, o kulübün takımı için aklını yitirmeye hazır taraftarından da sorumlusun. Artık Beşiktaş’ın teknik direktörüsün hocam.

Sergen Hocam, gördüğün gibi geri adım atıyor, kişisel spor yaşamındaki çalışmama, koşmama, emek vermeme tercihini kendimce anlamaya çalışıyorum. Ama Beşiktaş taraftarı; çalışmak, koşmak, emek vermek gibi meseleler yüzünden üzülürse derhal başladığım yere hızla koşarım. “Acaba sen kimsin de bunları yazıyorsun?” diyecek olursan, “Eski bir milli sporcu, eski bir antrenör, eski bir üniversite hocası olarak fikrimi beyan ediyorum” derim hocam.

Beşiktaş, futbolcu Sergen Yalçın’la güzel günler gördü, şimdi takımın başındaki Sergen Hoca için de aynı şeyi diliyorum. Sergen Hoca; çok az futbolcunun/hocanın/sporcunun yaşayabildiği, yaşamak için çok çalıştığı, ömrünü vakfettiği bir durumdasın.

Beşiktaş’ın başındasın, kıymetini bilesin.

1 Elif Çongur, Senin Adamın Gol Diyo (Ankara: İmge Kitabevi Yayınları, 2015), s. 264-265.