"İktidar, şimdiye kadar böyle krizlerde, örneğin AB ile halkoylaması öncesi oluşan krizde olduğu gibi, yüksekten atıp, sonra arka planda anlaşan bir tutum izlemiştir. Bir başka deyişle, “içeri başka, dışarı başka” bir tutum ve davranış sergilemektedir. Sanıyorum, bu konuda da aynı sürece tanık olacağız"

'Bu, en ciddi' kriz diyen Prof. Dr. Emre Kongar: Yüksekten atıyorlar ama anlaşmak niyetindeler

BERKANT GÜLTEKİN berkantgultekin@birgun.net

ABD ile yaşanmakta olan vize krizi, Türkiye’de son yılların en önemli siyasi gerginliklerinden biri. İktidara geldiği günden bu yana ABD ile yakın ilişkiler kuran; hem ülke içinde hem de bölgede Washington’ın siyasi ve ekonomik hedeflerine uygun bir politik çizgi izleyen Erdoğan liderliğindeki AKP’nin şimdi nasıl bir strateji doğrultusunda hareket edeceği tartışılıyor.

Reflekslerine bakıldığında Erdoğan’ın “milliyetçi” söylemi elden bırakmadığı göze çarpıyor. Ancak hükümetin yıllar boyu yarattığı bağımlılık ilişkisinin bu sert söylemlere ne kadar uygun olduğu bir soru işareti. Konu hakkında görüşlerine başvurduğumuz Prof. Dr. Emre Kongar da bu noktayı işaret ederek, AKP ve Erdoğan’ın arka planda ABD ile el sıkışmanın yolunu aradığını belirtiyor. Kongar’a göre, AKP yönetimindeki Türkiye’nin Batı’yla olan ilişkilerinde bir eksen kayması yaşama ihtimali zor.

■Pek çok uzman tarafından son yaşanan vize krizinin, ABD ile AKP arasındaki en ciddi kriz olduğu ifade ediliyor. Siz bu krizin ölçeğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Suriye politikası özelinde de bazı ayrım noktaları mevcut. Gerçekten vize krizi için “En ciddi kriz” denilebilir mi?
Aslında bu kriz bir birikim sonucunda ortaya çıktı. Tek kaynağı ne son konsolos görevlisinin tutuklanması ne de sadece Suriye’de yaşanan çelişkiler.

Bu kriz çok daha geniş kapsamlı olarak, ABD’nin radikal siyasal İslam terörüne karşı, “Ilımlı, Amerikancı, demokratik, neoliberal İslam” modeli oluşturma projesinin başarısızlığından kaynaklanıyor:

Türkiye, dinden demokrasi beklendiği için yanlış ve olanaksız olan bu modelin “Örnek, model ülkesi” olarak seçilmiş ve Ortadoğu’daki öteki ülkelere yol göstermesi beklenmişti. Oysa model yanlış olduğu için yürümedi; Libya’da çok kan akıttı ve ülkeyi aşiretlerin yönetimine bıraktı. Irak’ı böldü ve istikrarsızlaştırdı. Mısır’da “Amerikancı ılımlı İslam”ın diktatörlüğe dönüşmesi ile iflas etti, ancak ABD’nin desteğiyle yapılan bir askeri darbe ile önlenebildi. Suriye’de çok kan akıtmasına karşın, Esad’ı deviremedi, açıkça başarısız oldu. Sonuç olarak hem Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı kana boğdu, hem de istikrar değil, istikrarsızlık getirdi.

Suriye, bu süreç içinde sadece tek bir olaydır. AKP-Erdoğan iktidarının, mezhepçi ve dar görüşlü, anlık fırsatçılıklarla götürülmeye çalışılan iç ve dış politikalarının kesişme noktalarındaki başarısızlığı yansıtmaktadır:

İçerde Kürt Açılımı ile iktidarını güçlendiremeyeceğini görünce, milliyetçi söylemlere çark eden iktidar, dışarda da Esad’a ve Esad’la çatışan YPG’ye karşı geliştirdiği düşmanlıklarla, Rus ve Amerikan güçleriyle olan ilişkilerde, hem kendi içinde tutarsız olan hem de zaman içinde keskin virajlar alan farklı tutum ve davranışlarla, müttefiklerinin güvenini yitirmiştir!

Aslında krizin temelinde, AKP-Erdoğan iktidarının yanlış, değişken ve güvenilmez izlenim veren iç ve dış politikalarına ek olarak başka bir çelişki daha yatmaktadır:

ABD’nin uzun vadede Ortadoğu’da İsrail’i tehdit eden Arap ablukasını kırmak için, bağımsız bir Kürt Devleti kurulmasından yana olduğu bilinmektedir. AKP-Erdoğan iktidarının iç politikada da “Kürt Açılımı"nın da rafa kaldırmasından sonra, artık bu proje Türkiye’nin milli güvenliğine karşı yakın ve vahim bir tehdit olarak algılanmaya başlanmıştır. Bir başka deyişle, Suriye krizi, aslında sadece Esad’ın kişiliğine yönelik yanlış ve mezhepçi bir politikanın sonucu olarak değil, Kuzey Irak Kürt Bölgesi’ndeki özerklik referandumundan ve Türkiye’nin güney sınırında, denize kadar uzanan bir “Kürt koridoru” oluşturulması projesinden de kaynaklanmaktadır.

İktidar kendini ve kamuoyunu aldatıyor
Daha çok kısa bir süre önce Rus uçağını düşüren Türkiye’nin Rusya ve İran’la işbirliğine yanaşması, ABD’nin YPG’ye verdiği doğrudan destekten kaynaklanmaktadır ama Suriye’deki Kürt oluşumu ile ilgili olarak çok farklı sonuçlar vermesi beklenemez. Bu açıdan iktidar hem kendisini hem de kamuoyunu oyalıyor veya hatta “aldatıyor” diyebiliriz.

Elbette bütün bu olayları, Türkiye’de, HDP’nin genel başkanlarının, milletvekillerinin ve belediye başkanlarının hapiste olmaları gerçeğinden de bağımsız olarak düşünemeyiz. Çok kısa bir süre önce terör örgütü PKK’nin Güneydoğu’da mevzi kazmasına dahi göz yuman, askeri kışlasına, polisi karakoluna hapseden iktidar şimdi, yasal bir partinin seçilmiş temsilcilerini hapse atmıştır.

Suriye’deki Kürt güçleri sorunu ve Kürt oluşumu, Barzani’nin Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nde yaptığı özerklik referandumu ile de Türkiye’nin tutumunu sertleştirmesine yol açmıştır.

Bu faktörlere ek olarak AKP-Erdoğan iktidarının artık içerde de çok yıprandığı ve önemli ölçüde taban yitirdiği, bu zayıflamayı durdurmak için, içerde ve dışarda “ortak düşmanlar” yaratarak bu eksen üzerinden yeni bir oy derlemesi, bütünleştirmesi (konsolidasyon) projesi gerçekleştirmeye çalıştığına dikkat edilmelidir.

Dolayısıyla, “vize krizi” hem bugüne kadar izlenen yanlış iç ve dış politikaların birikimli bir sonucu olarak görülebilir hem de son günlerde, ABD’deki Zarrab ve Halk Bankası yargılamalarının, Gülen’in iadesi sorununun, Protestan rahibinin ve konsolos görevlisinin tutuklanmasının güncel yansımalarının dışa vurumu olarak algılanabilir.

Özetle AKP-Erdoğan iktidarının iç ve dış politikadaki yanlışlarının, zigzaglarının, birikimli ve güncel bir yansımasıdır vize krizi. Bu açıdan bakıldığında elbette “En ciddi kriz” denilebilir çünkü hem günceli hem de süreci yansıtmaktadır.

■Bu karar, Trump yönetiminin Türkiye’ye yönelik genel yaklaşımı ve Ortadoğu politikaları bağlamında tam olarak nereye oturtulabilir?
Sorun elbette Türkiye’de son yıllarda görülen hukuk devleti erozyonunun ve adalet mekanizmasındaki haksızlık ve hukuksuzlukların uluslararası ilişkilere de yansımasıdır ama, doğrudan bu vize bunalımı gibi büyük bir krize yol açması beklenmezdi. Hiç kuşkusuz, AKP-Erdoğan iktidarının Erdoğan’ın dış gezilerinden sergilediği tutum ve davranışlar, içerdeki haksızlık ve hukuksuzluklar, medya üzerindeki baskılar, Avrupa Birliği ile olan gerilimler ve elbette Ortadoğu politikasındaki tutarsızlıklar bu krizin arka planını oluşturuyor.

Bu kararı ABD Büyükelçisi Bass’ın tek başına aldığını düşünmek olanaklı değildir. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bu konuda demeç verdiren Dışişleri Bakanlığı mensupları ya cahildir ya da kasten yanlış bilgi vermektedirler. Nitekim ABD yönetimi derhal kararın birlikte alındığını açıklamış ve Büyükelçiyi överek, ona sahip çıktığını ve kararın ABD’nin kararı olduğunu net bir biçimde ifade etmiştir.

Ama unutmayalım, vize krizinin ve Türkiye-ABD geriliminin arkasındaki esas faktör ABD’nin “Ilımlı, Amerikancı, neoliberal İslam” projesinin çökmüş olması ve AKP-Erdoğan iktidarının hâlâ bu çizgideki politikalar konusunda ısrarını sürdürmesidir.

■Erdoğan iç politikada imajını korumak adına “milliyetçi” söylemden vazgeçmiyor. Ancak aynı Erdoğan, kendisini uluslararası arenada meşrulaştırma amacıyla, geçen ay New York’ta düzenlenen BM Genel Kurulu’nda Trump’la samimi görünmek için büyük çaba sarf etmişti. Yani çıkışı ve kurtuluşu hâlâ Beyaz Saray’da arıyor. Hal böyleyken, sizce AKP ve Saray yönetimi bu krizi yönetmek için nasıl bir yol izleyecek?
AKP-Erdoğan iktidarı bir ABD ürünüdür: 28 Şubat’ta iktidardan uzaklaştırılan Erbakan’ın antiemperyalist, Anti- Amerikancı Refah Partisi’nin arkasından dolanıp, Erbakan’ın yardımcıları tarafından Amerikancı ve neoliberal çizgide kurulan İslamcı bir partidir. Böyle bir partinin ABD’ye karşı anti-Amerikan ve antiemperyalist bir tutum ve davranış sergilemesi beklenemez.
İktidar, şimdiye kadar böyle krizlerde, örneğin AB ile halkoylaması öncesi oluşan krizde olduğu gibi, yüksekten atıp, sonra arka planda anlaşan bir tutum izlemiştir. Bir başka deyişle, “içeri başka, dışarı başka” bir söylem oluşturmakta, aynı konuda iç kamuoyuna başka, dış muhataba başka tutum ve davranış sergilemektedir. Sanıyorum, bu konuda da aynı sürece tanık olacağız.

***

Eksen kayması olmaz

bu-en-ciddi-kriz-diyen-prof-dr-emre-kongar-yuksekten-atiyorlar-ama-anlasmak-niyetindeler-366454-1.

■Erdoğan’ın Türkiye’yi NATO ittifakından uzaklaştıracağı ve Avrasya blokuyla daha yakın ilişkiler kuracağı yönünde görüşler dile getiriliyor. Son zamanlarda Rusya ile olan ortaklıklar göze çarpsa da, Türkiye sermaye sınıfının ve genel olarak ülke ekonomisinin Batı ile hayati bağlar kurduğu yadsınamaz. Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerinin geleceğini ve “eksen kayması” ihtimalini nasıl yorumluyorsunuz?
Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra, Soğuk Savaş bitince, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkileri, siyasetten çok ekonomiye kaydı. Bir başka deyişle, bağımlılık, siyasal olmaktan çok ekonomik biçimde gelişti. Bu açıdan Batı ve özellikle de Avrupa Birliği ile olan ilişkiler olmadan Türkiye ekonomisinin ayakta kalması pek mümkün görülmüyor. Elbette topyekûn bir ekonomik yeniden yapılanma zaman içinde tedricen gerçekleştirilebilir ama hem bunun maliyeti hiçbir iktidarın ödeyemeyeceği kadar yüksek olur hem de zaten bu iktidarın bunu yapacak ne bilgisi, ne yeteneği, ne gücü, ne de isteği var; sadece içerde seçmenine selam yolluyor.

Bu açıdan Türkiye’nin yakın geleceğinde, en azından bu iktidar döneminde, ciddi bir eksen kayması görmüyorum. Elbette AKP-Erdoğan iktidarı gerçekleri farklı yansıtmakta çok başarılı olduğu için, bu gerçeğin tersine bir izlenim de yaratabilir; ne de olsa emrinde koskoca bir tetikçi ordusu ve emir kulu medya var.