Muhafazakâr politikacı fikre, fikirlerini geliştirmeye, değişime hoş bakmaz. Çağdaş dünyanın etkisinde kalmamak için büyük çaba gösterir, ideolojisinden bir milim bile geri adım atmaz. En yeni cep telefonu cebindedir, ama evrim teorisini yasaklamak için bin dereden su getirir. İflah olmaz bir Aydınlanma düşmanıdır; tüm okullar imam hatip olsa, “yetmez” diye bağıracak, fanatizmin kapısını ardına kadar açmadan rahat etmeyecektir.

Statükoyu korumak için yanıp tutuşan bir başka politikacı tipinin hayatı öyle büyük ihanetlerle doludur ki, itiraf zamanı geldiğinde Macbeth gibi “kana batmış haldeyim / o kadar ileri gittim ki / geri dönmek en az ileri gitmek kadar yorucu” diyecektir. Büyük olasılıkla bilinçaltındaki gerçek, büyük “günah” budur. Bu nedenle yalnızca içi boş fikirlerinden, hayata düşman ideolojiden değil, yolsuzluklardan, ranttan, aykırı bulduklarını zindanlara göndermekten de vazgeçemezler.

Statükocu politikacılar görüşlerini değil, söylemlerini değiştirmekte hiç sıkıntı çekmez, söylediklerini rahatlıkla inkâr edebilir, tam tersini savunabilirler. Burada dürüstlük, ahlak, söylemde tutarlılık gibi kaygılara yer yoktur. Hemen hepsi de aynı yöntemi yeğledikleri, büyük bir zevk duyarak oynadıkları için kavgaları da sahtedir. Hasımlarını alt etmek için bir gün önceki açıklamalarının tam tersini, öfkeyle, sanki yürekten inanıyorlarmış gibi boşaltırlar üstümüze.

Sosyal medyanın gittikçe gelişmesi, hızlanması arşiv bilgileriyle birleşince işler biraz karıştı. Şimdi onlara “ey muhterem sen daha dün, bugün söylediğinin tam tersini söylemiyor muydun” diye sorabiliyoruz. Peki o zaman ne oluyor? Yüzsüzlük alıp başını gidiyor; Demirel’in “dün dündür” sözüne sığınanlar naif sayılırken, en kaşarlanmışları, “yalandır, montajdır, münafıkların marifetidir” demeyi, kaba kuvvetle susturmayı seçiyor. Ama çoğunluk pişmiş kelle gibi sırıtmayı, sırtını dönüp kaçmayı daha uygun buluyor.

Muhafazakârlara yakışan bu tutumlar, ilerici, demokrat, sosyalist kesime yabancıdır. Bu kesim büyük bir çoğunlukla kendi hikâyelerini kitleselleştiremese de sürekli yenilenen bir umutla hayatın içinde büyümeyi sürdürüyor. Umutla bakıyorum ben de ağaran sabahın ışıklarına; aklıma Heine’nin dizeleri geliyor.

Der ki Heine, Şarkılar Kitabı’nda; “bu eski bir hikaye / ama hep yeni kalıyor.” Yeni kalan eski hikâyeler tarihin de, doğal olarak politikanın da sürekliliğinin işaretleridir.

Son zamanlarda bizim hiç eskimeyen hikâyelerimize karşı yaygın ve neredeyse örgütlü karalama çabalarındaki artış da belki ilginizi çekiyordur. Muhafazakâr dünyanın büyük bir sevinçle karşıladığı bu kampanyalara geçmişin kimi ünlü edebiyatçıları, roman yazıcıları, bunca zaman sonra keşfettikleri, çoktan eskimiş, tarih olmuş tarzların propagandası ile ve galiba baskılardan yıldıkları, konformizmi özledikleri için teslim oluyorlar.

Süreklilik ve gelişme kuşkuyu bilimin hizmetine sunan bilginin yöntemidir. Böylelikle fikirlerimiz gelişir, eskinin değişmeyi çağıran sağlam zemininde ayağa kalkan bilimsel düşünce ya da fikir, insanlara çağdaş sorunları çözme, teorik birikimi geliştirme şansı tanır. Tersi tutum bizi geçmişe boyun eğen statükocu muhafazakâr politikacıya benzetir. Unutmak olmaz; ne doğa, ne de toplum yerinde sayar; bilimsel bakış sürekli yeni sorunlar üretir; her yeni gelişme sorunları, olası çözümlerini önümüze koyar. Soru açık ve nettir o zaman; nereye gitmek istiyorsunuz?

Seçim sizindir.

Bizler hep yenilenen o eski hikâyenin takipçileriyiz.