Bu çok ilginç bir soru. Yıllar önce SİP üç afiş yapıştırdı, biri Deniz Gezmiş, diğeri Aziz Nesin ve elbette Yılmaz Güney

Bu çok ilginç bir soru. Yıllar önce SİP üç afiş yapıştırdı, biri Deniz Gezmiş, diğeri Aziz Nesin ve elbette Yılmaz Güney. Nedense afişler yırtılıyordu, birileri afişlere dayanamıyordu. Ama Umut Sosyalizmde sloganı ve Faytoncu Cabbar imgesi kalıcı oldu, kâğıtlar yıpranıp solana kadar kaldılar duvarda: Niye peki? Çünkü millet onu sahipleniyordu ve afişleri koruyordu, her mahallede bir grup Güney delisi vardı, çünkü her mahallede yoksul vardı.

Niye bu halk Yılmaz Güney’i çok sevdi ve onu unutamadı?

Dikkat edin, ben Yılmaz Güney’i diyorum, filmlerini değil, çünkü büyük oranda filmleri unutuldu. Ha evet, tabii filmlerini aydınlar hatırlıyordu, ama onlar ya fikir yürütmek ya da kompozisyon araklamak için hatırlıyorlardı, bir de eğitimli gençler çok gülüyorlardı kimi filmlerine, çünkü hayatın yazılmamış pek çok kuralı anlatılır o filmlerde.

Yılmaz Güney milyonlarca insan için hikâyesiyle, yaşamıyla ve mücadelesiyle kendi hikâyelerinin kahramanıydı, onun hikâyelerinde halk figüran değil oyuncuydu, o kahramanın yaptıklarında hiçbir art niyet görmediler ve ona yüklenilen suçların hiçbirini suç olarak telakki etmediler. Hatta geleneksel halk türküleri ve halk destanlarındaki kahramanlar gibi Güney’in iktidar tarafından cezalandırılması, mazlum/zalim arasındaki bir çatışmanın parçasıydı.

Bu yüzden Yılmaz Güney bir halk kahramanıdır, ona ilişkin duyguları bu insanların hayata karşı bakışlarını da anlatır. Güney büyük oranda o insanların yüreklerinde yaşadı, hatta Güney’in ünle gelen parası pulunu da kendilerinin hayali olarak gördüler, içlerinden birinin bu hayatın kahrını çekmekten kurtulması hasebiyle bir umut olarak yaşadılar.

1970’li yıllarda Türkiye’de sinema sektörü televizyon ve seks filmleri furyasıyla çöküşe giderken, siyasallaşma nedeniyle toplum kutuplara bölünmüşken, Yılmaz Güney hapisteyken, iktisadi kriz nedeniyle toplum büyük oranda yoksullaşmışken Güney’in filmlerinin gerçek yapımcısı halk oldu. Aslında ve esasında bu halk Yılmaz Güney’i bir star, bir film yıldızı olarak görmedi ki onun şahsında anlatılanları, onun filmlerinde gördüklerini de film olarak görmedi. Çocukluğundan beri içinde yetiştiği, hasretle andığı kendi hayatının destanlarından birisi olarak gördü, Güney bu halk için destanlardaki kahramandı. Öbürleri artist idi, ama Güney onlardandı. Zaten Güney’in hayat hikâyesi de halk için masalları, destanları, türküleri gerçek kılan insandı. Bu açıdan Güney’i anlamak aslında halkın yüreğinde içinde yaşadığımız acımasız düzenin insanlara çektirdiklerini, o insanların bunları yüreğinde nasıl yaşadığını, dünyayı nasıl gördüğünü anlamak demektir.

Yılmaz Güney’in tipi, hareketleri, konuşması, yaşadıkları vukuatlar insanlara hep Güney’i kendileri için burjuvaların, zenginlerin, zalimlerin sofrasına tek başına gidip onlar adına vuruşan bir insan olarak görmesi için vesile oldu. Öyle ki Yılmaz Güney’in kar beyazı giydiği pek çok elbiseyi ona yakıştırırken bile, aslında onu çok tehlikeli sularda dövüşen yiğidin kefeni olarak hissettiklerini düşünmekten kendimi alamıyorum. Bu nedenle bu halkın çektikleri, dertleri ve zalime ilişkin hisleri durduğu yerde, Yılmaz Güney’in hikâyesi yaşayacak ve insanlar bu hikâyeyi bin bir değişik biçime uğratarak onu anlatacaktır.

Dikkat ediyorum, burjuva basınında onun itibarını azaltmak için çok sistematik saldırılar yapıldı. Ama beni daha çok Bekadan ona yapılan saldırı düşündürdü, bu işin arkasında bir kir olduğunu anlamam için çok neden var, ama Yılmaz Güney meselesinde iktidar zaten hiçbir zaman doğrudan saldırmadı. Her zaman hiç bilinmeyen yerlerden kontrataklar yaptılar. Yılmaz Güney’in sanatını, hayatını inceleyen insanlar şunu çok iyi bilir, Güney’e hiçbir zaman açıktan ve doğrudan ve ahlaki araçlarla, daha üstün akılla saldırmadılar ki her zaman bir sinsilik vardı. Sonuçta iktidarın kimi, nerede, ne zaman kullandığını anlamak bile zekâ bilgi ve derinlik gerektirir. Genellikle Fatih Altaylı kadar, iki gün içinde yalancı çıkacak insanlar gibi saldırmak yolunu her zaman seçmez iktidar: Hiç unutmuyorum, 2000’lerde bu saldırı hareketini başlatan sözlerinden sonra, konuya ilişkin fikirlerini uzun bir yazıyla anlatacağını söyledi, ama o yazı hiçbir zaman gelmedi, üstelik bir günlük gazetede yazdı bunları.

Böyle saldırılar için tek söylenecek şey, hiç şüphesiz, yaptığı en doğru şey, kendini vazgeçilmez sanan insanlardan vazgeçmesi ve kendi yolunda yürümesi oldu. Türkiye’de yiğitler türküler destanlarla, masallar, halk hikâyeleri ile yaşatılan bir yer: Yılmaz Güney’e dair bu halkın anlattığı hikâyeleri derlemek bile çok ilginç olabilirdi.