Onun birkaç şarkısını Ankara polis radyosunda dinleyip hayranı olmuştum ama fotoğrafını ilk kez 1971 yılında bir elinde 7 - 8 kiloluk bir orkinos bir elinde zıpkın yerde paletler omuzunda plaj havlusu objektife gülümserken görmüştüm. Bir gazetenin magazin ekiydi ve de çekildiği yer kuvvetle muhtemel Bodrum’du. Yana doğru taradığı kısa ama düz saçları, bronz teniyle gayet yakışıklı ve sağlıklı görünüyordu.

“Güzel ne güzel olmuşsun”, “Anadoluyum”, “ Vurulmuşum” hepimizin ezbere bildiği şarkılardı. Şarkılar kadar onun yumuşacık ses tonu ve yorumuna da hayrandık. Türk Folk Müziği’ni ilk kez Esin Afşar ve onunla tanımıştık.

Yıllar yılları kovaladı ve Fikret Kızılok ile ilk kez 1985 yılında Bülent Ortaçgil ile birlikte düzenledikleri “Çekirdek Sanat Evi” konserleri sayesinde tanıştık. Çekirdek Sanat Evi Bağdat Caddesi üzerinde Çatal Çeşme’de küçük bir giriş katıydı. Normal bir evin salonu kadar bir mini konser alanı ve de Fikret’in makaralı büyük bir teybe konserleri canlı kayıt yaptığı yine ufak bir bölüm vardı. Deneysel ve öncü bir yer denilebilir burası için. 80’li yıllarda hayranı olduğumuz iki müzisyen Ortaçgil ve Kızılok’un Türkiye’deki müziğin kötü gidişi yüzünden müziğe ara verdikleri bir dönemdi. Ve de bu ufak sanat evi bu iki usta için bir kaçış noktasıydı. Orada çok önemli isimler konserler verdi. Bu kayıtlar canlı olarak kaydedildi ve de kaset olarak sayıca az bir kitleye ulaştı. Bu kasetlerin kapak tasarımını da Fikret’in oğlu -o zaman sanırım 4-5 yaşlarındaydı- Yağmur yapıyordu.

Fikret’le orada başlayan arkadaşlığımız 2000’li yılların başına kadar devam etti. Çok farklı biriydi. Muhalifti… Sivri dilliydi… Geçimsizdi… Dediğim dedikti… Ama şahane biriydi. Entelektüeldi. Gurme ve aşçıydı. Denizciydi. Çevreciydi… Kitap kurduydu…

Acımasız bir eleştirmendi… Siyasi alanda olduğu kadar meslektaşlarını da acımasızca eleştirirdi. Zülfü Livaneli, Ahmet Kaya ve Ajda Pekkan’ı hedef aldığı “Piştt Barmen “ve “Aynadaki Maymun” ve de aydınlara gönderme yaptığı “Entelektüel” bunlardan bir kaçıydı.

Sonradan görme zenginleri hedef alan “Why High One Way”de biz, Hıncal Uluç, Ferhan Şensoy vokal yapmıştık. Sevgili İzzet Öz de şarkının açılışındaki sunumu yapmıştı. Fikret Kızılok hayranlarını biraz şaşırtacak bir şarkıydı bu. Ama yeniliklere hep açıktı Fikret. Yaptığı işin önce kendisini mutlu etmesi gerekiyordu. Hiçbir zaman geçmişe, geçmişine takılıp kalmadı. O günlerin özlemiyle yaşamadı.

Hiç unutamadığım sözlerinden biri “Şöhret hastalıktır” olmuştu. Gerçekten de bu sözünü hiçbir zaman unutmadım. Ve de yaptığımız şarkıların, tanınmış olmamızdan, ünlü olmamızdan daha önemli olduğunu hep bu iki kelime hatırlattı bana.

Sonrasında dediklerimi güçlendiren şu sözleriyle karşılaştım Fikret’in, en popüler zamanında müziğe ara vermesini açıklarken: “Dünya halklarının yüzde 80’i bilinçsiz, sadece üretim için yaşıyor, Amerika da dâhil. Gerçek entelektüel yüzde 5’i bile bulmaz. Demek ki cahil olan yüzde 80’le ilişki kurup meşhur oluyorsun. Böyle meşhur olmak aslında utanılacak bir şey, ben utanırım. Değerli olmak önemli. Müziğim, sesim, şarkılarım tanınsın, ama ben tanınmayayım.” *

İflah olmaz bir solcuydu.

“Soldan doğdum, soldan uyandım, solda oturdum, insan olmanın haysiyetini solda buldum, hep solcu oldum, hep solcu kalacağım. Sebebi gayet basit; insanın soyutlarının ve somutlarının bir olduğudur. Güzelliklerin, kültürün ve sanatın satın alınamayacağıdır. Bir ‘Akl-ı evvel’in yaratıp her şeyin ortasına koyduğuna inanmam. Mistik işlerle uğraşamam.”**

Evet, 19 sene olmuş Fikret gideli. Aklımda bitmek bilmez kahkahaları, yaptığı çiğ balıklar, rakı sofraları, salatalar, botanik bahçesini andıran evi, son zamanlarda merak saldığı kontrbas, deniz sevdası, kültür ve sanat düşkünlüğü, kadınlarla ilgili konuşmalar, aşka dair alaycı tutumu, oğluna olan sevgisi ama Türkiye’de aydın olmanın sonucu hep bir kırgınlık ve de mutsuzluk…

*/** Vikipedia