Şaka değil, bir anda birbirine giriverir İngiltere ile Fransa. Avrupa ile ada ülkesi arasında patlarsa bir kargaşa, hayli şaşırtıcı olur. Emperyal hırs hepimizi yok edecek. Öyle “magazin savaşı” diye başlık atılacak kadar hafifsenecek bir durum yok ortada.

Bu kavga kayıkçı değil balıkçı kavgası

MEHMET ERDEM

İngiltere ile Arjantin, Falkland Adası yüzünden savaşa tutuştuklarında dönemin medyası "magazin savaşı" diye başlık atarak duyurmuştu gelişmeyi, hiç unutmam. İngiliz emperyalizminin ihtirasları sonucu başlayan, onca insanın hayatına mal olan hayli ciddi bir savaştı oysa. Belki kısa sürer, bir iki silah patlar, sonra durulurlar diye mi düşünülmüştü bilmem ama ciddiye alınmadığı da ortadaydı.

Son birkaç haftadır İngiltere ile Fransa arasında, özellikle İngiltere’nin AB’den ayrılmasına yol açan Brexit sonrası baş gösteren balık avlanma alanları sorunu da sanki hafife alınıyor. Durum ciddi arkadaşlar. Her an sonuçları kötü olabilecek bir çatışma olasılığı var. Emperyal açgözlülük bitmiyor bir türlü, ama orada ama burada bir yerlerde savaş çıkartacaklar. Şimdilik "gelişme" şöyle seyrediyor: Fransız yetkililer 28 Ekim’de bir İngiliz balıkçı teknesini gözaltına aldı, İngiltere derhal Fransız büyükelçisini görüşmeler için çağırdı. Fransız hükümeti, İngiliz balıkçı şirketlerini kafa karıştırıcı bürokrasiye tabi tutmakla, belki de İngiliz balıkçı gemilerini Fransız limanlarında alıkoymakla, hatta Manş Adaları’na giden elektrik tedarikini kesmekle tehdit etti. Bu arada İngiliz hükümeti, misilleme önlemleri tehdidinde bulundu. Fransız balıkçıların bu adaları ablukaya almaya çalışması ihtimaline karşı Kraliyet Donanması gemilerini yolladı.

Bu olayların hayli uzun bir geçmişi var. 1950’lerin, 1970’lerin “morina savaşları” örneğin. O zamanlar İzlanda, İngiltere ile yaptığı bir önceki anlaşmayı sonlandırarak, İngiliz balıkçıları İzlanda karasularından çıkarmıştı. Ancak balıkçılıkla ilgili çatışmalar bundan çok daha eskilere dayanır. Karasularına, deniz kaynaklarına erişim konusundaki bu tartışmaların tarihi, bu konuların neden modern ulusal kimlik için önemli olmaya devam ettiğini, İngiliz ile Fransız hükümetlerinin neden bu kadar dramatik bir şekilde birbirlerine yanıt verdiğini anlamamıza yardımcı olabilir.

Örneğin, 1600’lerin başında Hollanda Cumhuriyeti, Avrupa’nın en büyük balıkçı filosuna sahipti. İskoç hukukçu William Welwod, Kuzey Denizi’ndeki aşırı avlanmalarının bölgedeki deniz stoklarını tehdit ettiğini yazdı. O zaman da demek ki çevreye duyarlı insanlar varmış. Ancak Britanya yöneticilerinin çıkarları ekolojik olmaktan çok ekonomikti. Hollanda egemenliğine meydan okumak istediler öte yandan da. O yüzyılın sonlarında İngilizlerle Hollandalılar, ticaret ile denizcilikte üstünlüğü elde etmek için üç kez savaşa girdiler. Bu savaşlar çağdaş uluslararası hukukun temelini oluşturan savaşlardır.

Anlaşmazlık, kimsenin denizi kontrol edemeyeceğini, başkalarının balıkçılık yapmasını engelleyemeyeceğini yazan Hollandalı hukukçu diplomat Hugo Grotius ile başladı. Grotius’un kitabı Mare Liberum (Serbest Deniz), Hollandalıları Hint Okyanusu’nda ticaret yapmaktan alıkoymaya çalışan Portekiz imparatorluğuna yönelikti. Bununla birlikte, fikirleri İngiltere’de de etkili oldu.

Welwod ile milletvekili John Selden, Grotius’a Britanya’nın karasularını savunarak yanıt verdi. Selden Mare Clausum (Kapalı Deniz) adlı kitabıyla Grotius’a meydan okudu. Devletlerin neden denizin bazı kısımlarında pay iddia etme hakları olduğunu göstermek için tarihi örnekler sundu. Selden, Romalılara, Yunanlılara kadar geri götürdü meseleyi. Venedik gibi o dönemin çağdaş kent devletlerden söz ederek, Sakson Kralı Alfred de dahil olmak üzere uygun, ancak çoğu zaman şüpheli emsaller için ortaçağ İngiliz tarihini araştırdı. Hepsi İngiltere’nin denizlerdeki haklılığını kanıtlama amacıydı.

Bu fikirler elbette reelpolitik amaçlar adına kolayca manipüle edildi. Hollandalılar İngilizleri Hint Okyanusu’nda ticaret yapmaktan alıkoymaya çalıştıklarında, İngiliz müzakereciler Grotius’un Hollandalı meslektaşlarına yazdıklarını aktardılar. 18. yüzyıla gelindiğinde, bu anlaşmazlıklar, Avrupa’daki karasuları hakkında geniş bir anlaşmaya (top atış mesafesine dayanan “üç mil sınırı”), denizin aksi takdirde açık olması gerektiğine dair genel bir kabule yol açmıştı. 18. ile 19. yüzyıllar boyunca, İngiliz imparatorluğunun genişlemesiyle, yeni pazarlar aramasıyla, İngiliz hükümeti serbest deniz fikrini benimsedi. Britanya’nın yöneticileri karasuları fikrinden vazgeçmezken, genellikle kendi deniz egemenlikleri iddiasıyla Britanya ticaretini kesintiye uğratanlar “korsanlar” olarak damgalandı, çoğu zaman yok edildi.

Bu endişeler, hem menzili üç mili aşan silahların geliştirilmesi hem de denizaltı petrolüne, diğer doğal kaynaklara erişimin artan önemi ile 20. yüzyıl boyunca yeniden ortaya çıktı. Bazı ülkeler karasularının denize 200 mil kadar uzandığını iddia etmişlerdir, 1982 tarihli Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi bu sorunların bazılarını çözmeyi amaçlarken (kısmen morina savaşlarından etkilenmiştir), birkaç ülke Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere, hiçbir zaman resmi olarak sözleşmeyi onaylamadı.

Bakın 17. ile 18. yüzyıllarda, balıkçılık İngiltere için ekonomik olarak yaşamsal öneme sahipti. 2019 yılına kadar sektör, ülke ekonomisinin önemli bir kaynağını oluşturuyordu. Aynı zamanda, Birleşik Krallık’ın avladığı yıllık balığın neredeyse yarısını AB’ye ihraç ediliyordu. Yeniden ihraç etmesi AB ile işbirliğine bağlıdır artık.

Bu nedenle, hem İngiliz hem de Fransız hükümetlerinin bu anlaşmazlıktaki uzlaşmaz tutumu aşırı görünebilir. Bununla birlikte, hem balıkçılığın hem de deniz egemenliğinin devam eden sembolik statüsünü yansıtır. Bu statü en az 17. yüzyıldan beri defalarca tartışılan bir statüdür.

Şaka değil, bir anda birbirine giriverir bu iki ülke. Ukrayna’dan, Ortadoğu’dan patlayacak derken Avrupa ile ada ülkesi arasında patlarsa bir kargaşa, hayli şaşırtıcı olur.

Emperyal hırs hepimizi yok edecek. Öyle "magazin savaşı" diye başlık atılacak kadar hafifsenecek bir durum yok ortada.

Belirtmiş olayım..