Mubi’de gösterime giren “Her Şey Dahil” isimli ödüllü belgeselin yönetmeni Üçe, “Dünyada halk sefalet gibi büyük sıkıntılar yaşarken zenginlerin banal hayatlarının mühimmiş gibi gösterilmesi beni irrite ediyor” diyor

Bu kez emekçiler için Her Şey Dahil

Murat TIRPAN

58. Antalya Film Festivali’nde En İyi Belgesel Film Ödülü’nü ve 41. İstanbul Film Festivali’nde Ulusal Belgesel kategorisinde Mansiyon ödülüne layık görülen Volkan Üce belgeseli “HerŞey Dahil” Mubi platformunda gösterimde. İkisi de toy, hayata yeni atılmış̧ İsmail (Daşdöğen) ve Hakan (Hoşcan)’ın çalışmaya başladıkları beş yıldızlı otelde yasadıklarını, ince bir mizah ve yaratıcı bir şekilde anlatan belgesel bu tür otellerin görmediğimiz kısmına konumlandırdığı kamerasıyla bir kapitalizmmikrokosmosu kuruyor. Yönetmenle film üzerine konuştuk.

Her Şey Dahil İsmail ve Hakan adlı iki karakterin beş yıldızlı bir tatil köyünde yasadıklarını gözlemci ve esprili bir üslupla anlatıyor. Bu fikrin ortaya çıkış serüveninden bahsedebilir misiniz?

Temel esin kaynağım Fransız yazar MichelHouellebecq’in Platform isimli kitabı oldu. Kitapta ana karakter Tayland’a giderek her şey dahil bir otel açar ve yazar da bu eylem üzerinden felsefi bir yaklaşımla modern kapitalist sisteme ve bu sistemin içinde yer alan insanın doğasına eğilir. Ben de bundan yola çıkarak her şey dahil otellerin mekanizmasında, sistemin içinde de baskın olarak var olan meritokrasinin, bencilliğin, bireyselciliğin fazlasıyla bulunduğunu, bu sebeple bu otellerin dünyadaki hâkim kapitalist düzenin bir mikrokozmosu olarak işleyebileceğini düşündüm.

Bu otellere köylerinden çıkıp çalışmaya gelen gençler olduğunu biliyordum. O gençlerin bakış açısından içine daldıkları bu yeni dünyayı belgelemek istedim. Etraflarını nasıl görüyorlar, nasıl hissediyorlar, nasıl değerlendiriyorlar, değişiyorlar mı, nasıl değişiyorlar gibi sorular sordum sürekli. Hizmet sektöründe çalışanlara yönelik zaten önyargılar var. Büyük bir eğlence makinesinin küçük parçaları olarak yaptıkları iş, gösterdikleri emek anonimleştirilerek işlerini yapıp ardından hemen ortadan kaybolmaları bekleniyor. Varlıkları değersiz, bazı kalıplara sıkıştırılmış objelere indirgeniyor ama ben bu durumun o kadar basit olduğunu düşünmüyorum.

Bir diğer ilham kaynağım da kuzenim oldu. Ben Belçika’da doğup büyüdüm ve çocukluğum boyunca uzun yıllar birçok Avrupalı Türk gibi yaz aylarında arabayla Türkiye’ye gelip akrabalarımızı ziyaret ettik. Bu ziyaretlerde benimle yaşıt kuzenim bana sürekli Avrupa ile ilgili sorular sorardı, beni sanki orada yaşadığım için daha üstün görürdü. Araya biraz zaman girip de onu tekrar görmeye giderken aklımdan bana yine çocukluğumuzdaki gibi sorular sorar mı diye geçmişti. Fakat hiç öyle olmadı, görüşmediğimiz zamanda o da her şey dahil otellerden birinde çalışmış ve tamamen değişmişti. Zengin, kendini medeni zanneden Avrupalılardan tamamen bıkmıştı, soğumuştu. Ben de aynı böyle iki genci, bu olası değişimi, belki bu hayal kırıklığını yaşarken takip etsem diye düşündüm belgeselde.

Böyle bir işe tatil köylerinin, otellerin izin vermesi çok zor görünüyor bana. İzin almayı nasıl başardınız ve size nasıl yaklaştılar?

Mekânı belirleme süreci tahminimden çok daha zor geçti. Her şey dahil otellerin içine girmenin hiç kolay olmadığını anladım. Önce yaklaşık yüz otele sosyal medya ve e-mail aracılığıyla ulaşmaya çalıştım, hiçbirinden dönüş alamadım. Sonrasında İzmir’den araba kiralayıp Alanya’ya kadar gözüme kestirdiğim otellerin önünde durdum, aynı Hakan ve İsmail’in yaptığı gibi kapılarına dayandım adeta. Lojmanlar, mutfaklar dahil otelin her yerde çekim yapmak istediğimi belirttim. 30-40 otel ziyaret etmişimdir, hepsinin yanıtı olumsuz oldu. Animasyon ekiplerini, reklamlarını çekebileceğimi söylediler. Tam umutsuzluğa kapıldığım sırada belgeselci başka bir arkadaşım aracılığı ile filmdeki oteli bulduk.

Neyse ki beni anladılar ve çekimler sırasında ya da sonrasında hiçbir şeye müdahalede bulunmadılar. Genel olarak problemsiz geçirdik çekim sürecini. Küçük bir ekip olarak çektiğimiz için sanırım başta ilgilerini çeksek de oteldekiler sonradan çok umursamadılar bizi.

bu-kez-emekciler-icin-her-sey-dahil-1009029-1.
Volkan ÜCE

Çekip kullanamadığınız, ya da çekmeyi isteyip çekemediğiniz kısımlar oldu mu?

Ben İsmail ve Hakan ile hala çok iyi arkadaşım ve belgeseli yaparken de sonrasını hep düşündüm. Kendimi onlarla hep eşit seviyede tutmaya, onları belirli kalıplara sokmamaya dikkat ettim. Bu sebeple film kurmaca olsaydı kullanacağım ama belgeselde kullanmadığım iki sahne oldu ve pişman da değilim kullanmadığım için. Çekmeyi isteyip çekemediğim sahne olarak ise turistlerin çalışanlara kamera olmadığında çok daha kaba davrandığı zamanlar vardı. Parası olan, sözde medeni insanların sırf otele ödeme yaptıkları için çalışanlara saçma sapan davranmayı kendilerinde hak gördüğü bir sürü olay yaşandı ama kamera varken kendilerini hep daha frenlediler. Bu yüzden filmde görülenlerden çok daha vahşi ve manasız durumlar yaşandı kayda alamadığımız. Ama filmde genel olarak göstermek istediğim her şeyi gösterdim. Dışarıda bıraktıklarımı bilinçli olarak, duygu sömürüsüne kaymamak için dışarıda bıraktım.

Bu tür belgesellerde dramatik ve belgeselci yaklaşımlar hep tartışılır. Bu iki üslup ve yaklaşım arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz?

İlk çekim gününden itibaren emin olduğum şey bakış açısı meselesiydi. Daha önce otel görevlilerinin bakış açısından çekilmiş başka bir iş görmedim. Bu sebeple filmin iki çalışan gencin bakış açısında konumlanacak olmasının eşsiz olacağını düşündüm. Filmin görsel anlatı dünyası da bu bakış açısına göre şekillendi. Filmin en başında etrafa bakışları utangaç iken görüntüler de daha kaçamak, hızlı bir şekilde akıyor.

Filmde komedi unsuru olarak var olan her sahnenin kendi içinde bir matematiği olmasını, orda öylesine durmamalarını istedim. Filmin üslubunun dengesi ile ilgili ise; aynı çatı altında bir yanda geçim dertleri, hayatla mevzuları olan insanların diğer yanda da boş eğlence peşinde, anlamsız problemlere sahip turistlerin varlığını temel kontrast ögesi olarak kullandım. Bunların dengesini kurgu aşamasını ağırdan alarak, her şeyi deneyerek bulduk. Bazı versiyonlar daha komedi ağırlıklı oldu bazıları daha çok İsmail ve Hakan’a yöneldi ve mizah dozu düştü, sonunda doğru olanı düşündüğümüz bir oranda bitirdik filmi.

Kamerayı arka planda, görünmeyen karakterlerin yanına konumlandiriyirsunuz. Bu tercihten biraz bahsedelim mi?

Müşterilerin karşısında otel çalışanlarını görünmez kılmak için her şey yapılıyor. Çalışanlara tek tip tişörtler giydiriliyor, müşterilerle konuşmayın, sadece ihtiyaçlarını görüp gidin deniyor. Ben çektiğim filmde bu rolleri tersine çevirmeyi amaçladım. Filmin en başından itibaren sadece çalışanların ön planda olmasını ve turistlerin anonim, önemsiz birer et yığını gibi konumlanmalarını hedefledim.

Gerçek kahramanlar olarak gördüğüm emekçileri ilgilendirmeyen hiçbir sahneyi, mesela uçak yolculuklarını vs. hiç koymadım filme, ilgilenmedim. Çünkü bu insanlar bir makinenin parçası değiller, en az turistler kadar değerliler ama karşılarındaki kitle onları otelde çalışan ucuz değersiz eleman olarak gördükçe onlar da kendilerini öyle algılamaya başlayabiliyorlar. Bu noktada Jung’unpersona teorisi de benim için kişisel olarak da bağ kurduğum bir yerden çok önemli. Benim de farklı personalarımdan bir tanesi Avrupa’da yaşayan bir Türk olmak. Üçüncü nesil de olsam Türk olduğum belli sonuçta ve bu gençlerin otelde yaşadıklarının bir benzerini ben de bu personamla Avrupa’da yaşıyorum. Hayatımda hiç her şey dahil bir otelde çalışmamış olsam da böyle bir noktadan İsmail’e de Hakan’a da diğer çalışanlara da yakınlık hissedebildiğimi düşünüyorum. Dünyada gelir dağılımının adaletsizliği, ekonomik krizler, sefalet gibi halkın maruz kaldığı, acısını çektiği büyük sıkıntılar yaşanırken medyada ve sokakta zenginlerin banal hayatlarının çok mühimmiş gibi gösterilip onların haklarında konuşulması beni çok irrite ediyor.

Otel mikrokozmosunda da turistlerin yaşadığı pankek kalmaması, şezlongların azalması, kaşıkların yanlış dizilmesi gibi anlamsız sorunlar büyük mesele haline getirilirken aldığı maaş ile geçinemediği için kırk beş derece sıcakta köpük partisinde çöpleri toplamak zorunda kalan adamın o sistem içerisinde tamamen görünmez kılınması sindirebildiğim bir şey değil.

Filmdeki otel bir Türkiye mikrokozmosu gibi elbette. Burada "kendilerine ait bir yer bulma" umuduyla büyük şehirlere Anadolu'dan gelen gençlerle bir analoji, hatta alegori kurmak mümkün mü?

Olabilir tabii ki ama ben sadece Türkiye ile ilgili bir film yapmak istemedim. Ayrıca Avrupa’da yaşayan bir Türk olarak Türkiye’de çektiğim belgeselin kolonyal bir bakışa düşme ihtimali vardı, ondan da özellikle sakındım. Sonuçta yapımcılar, ekibin çoğu Batılıydı ama ben filmde bu bağlamda herhangi ajitasyona, duygu sömürüsüne izim vermedim.

Türkiye ile alakası olmayan insanlar izlese de herkes kendinden bir parça bulsun istedim. Ben daha çok görünmeyen kahramanlar olarak tanımladığım, ciddiye alınmayan insanların, isimsizleşen emekçilerin meselelerini görünür kılmak istedim. Mesela benim için filmde en kilit sahnelerden biri Hakan’ın gördüğü Rus turistlere Dosteyevski’yi tanıyıp tanımadıklarını sorduğu sahnedir. Turistlerin ya gerçekten bilmediklerinden ya da Hakan ile muhatap olmak istemediklerinden tanımadıklarını söyleyip aqua parkta eğlenmek istemeleri; orada kendini senden üstün gören, senin hizmet ettiğin insanların senden daha ahmak olduğunu fark etme anı, her ülkeden birçok insan için ortak olabilir mesela.

Ayrıca son olarak eklemek istediğim bir şey var. Birgün Gazetesi benimle röportaj yapmak istediğinde çok mutlu oldum. Rahmetli Cüneyt Cebenoyan bu gazetede yazılarını çok takip ettiğim bir sinema yazarıydı. İlk belgeselim Arafta !f İstanbul’da 2018 yılında gösterildiğinde ben İstanbul’a gelememiştim ama filmi beğendiğini duymuştum ve bu beni çok mutlu etmişti. Hiç tanışma fırsatımız olmadı maalesef. Her Şey Dahil’i izleyebilmesini, kendisiyle tanışabilmeyi gerçekten çok isterdim. Kendisini buradan anmak istedim.