Usta oyuncu Genco Erkal sahnedeki 60.yılını ‘Merhaba’ adlı oyunla kutluyor. Erkal’ın “Benim yazarlarım” dediği Aziz Nesin, Bertolt Brecht, Can Yücel, Nâzım Hikmet ve William Shakespeare’in yapıtlarından oluşan oyunu, seyirci ile Erkal arasında sanki gündem üzerine bir sohbet gerçekleşiyormuş gibi geçiyor. Müzikli bir gösteri olan Merhaba’da Fazıl Say, Kurt Weill, Yiğit Özatalay, Arif Erkin ve Selim […]

Bu kutuplaşma  yeni yılda bitsin

Usta oyuncu Genco Erkal sahnedeki 60.yılını ‘Merhaba’ adlı oyunla kutluyor. Erkal’ın “Benim yazarlarım” dediği Aziz Nesin, Bertolt Brecht, Can Yücel, Nâzım Hikmet ve William Shakespeare’in yapıtlarından oluşan oyunu, seyirci ile Erkal arasında sanki gündem üzerine bir sohbet gerçekleşiyormuş gibi geçiyor. Müzikli bir gösteri olan Merhaba’da Fazıl Say, Kurt Weill, Yiğit Özatalay, Arif Erkin ve Selim Atakan’ın besteleri piyano ve bas klarnet eşliğinde seslendiriliyor. Erkal ile yeni yılı ve sanat hayatında geride bıraktığı 60 yılı konuştuk.

Yeni yıla girdik, bu yıl ne değişsin isterdiniz?

Bu bölünmüşlük, düşmanlık, kutuplaşma bitsin. Çok yorucu, yıpratıcı, gergin bir yaşam tarzı bu. Ne yazık ki iktidar bundan besleniyor ve vazgeçmeye hiç niyeti de yok.Ülkede huzur olsun.

Mesleğinizde 60. yılınız… Koca bir hayat kimi için… Oyunculuğa ilk adımınızı konuşmak isterim. Nasıl başladınız?

Aslında tüm çocuklar oyuncudur… Çok küçükken bunu hissettim. Bir şeylerin içimde kıpırdadığını hissettim. Nitekim çocukken kuklalar yapıp oynatırdım. Çamlıca’da bir evimiz vardı, yanında da bir gazino. Haftasonları oraya Tuluat Tiyatrosu’nun son ustaları gelirdi. Şevki Şakrak, İsmail Dümbüllü gibi… Halılarımızı yere serip izlerdik. O dünyayı o kadar benimsedim ki, eve gelince onları taklit etmeye başladım. Sonra okulda özellikle Robert Koleji’nde okurken tiyatro faaliyetleri oldukça yoğundu. Kendimi sahne üzerinde deneme fırsatı buldum. Çok oynadım ve hissettim ki, benim hayatta yapmam gereken iş budur. Yolumu çok erken buldum. Büyük bir şans aslında. İnsanın en sevdiği şeyin aynı zamanda mesleği olması çok büyük mutluluk. O zaman mesleğin getirdiği zorlukları, engelleri aşmak için gücünüz oluyor. Gerçekten de bir baktık ki 60 yıl doluvermiş.

Nâzım’ı ilk okuduğumda allak bulak oldum

Nâzım Hikmet herkes için önemlidir ancak sizin için sanırım biraz daha farklı. Son oyunlarınızda hep o var…

Ben Nâzım Hikmet’i geç keşfettim. Aşağı yukarı 25 yaşındaydım. O zamanalar Nâzım yasaklıydı. Tiyatroya başladığım dönem 1959’du, Menderes dönemi. Nâzım 1951’de yurtdışına gitmek zorunda kaldı Nâzım. Tabii biz o zamanlar ismini bile bilmiyoruz Bir tek şeyi hatırlıyorum; ortaokul öğrencisiyken yatılı okuduğum okula gazeteler gelirdi. Bir sabah “Vatan haini Nâzım kaçtı”, “Nâzım, Moskova’da toprağı öptü” gibi haberler gördüm. Berbat bir adam portresi vardı gazetelerde. Ama biz hiç tanımıyoruz. Hiçbir eseri yoktu. 1963 yılında 27 Mayıs Anayasası’nın getirdiği özgürlük ortamında yasaklı kitaplar yeniden basılmaya başladı. Zaten Brecht de ilk o zaman yayımlandı. Marx’tan söz edilmeye yeni yeni başlanmıştı. Düşünün daha önceki dönemde onun da adı yok…

İlk olarak Nâzım’ın Kurtuluş Savaşı için yazdığı eser, Kuvayı Milliye Destanı’nı okudum. Okuduğum anda başka hiçbir yazar için bu kadar heyecanlanmadığımı hatırlıyorum. Beni allak bullak etti. Neden bilmiyorum. Tüylerim diken diken olmuştu. Sonra arkadaşlarımla beraber evlerde yüksek sesle okumaya başladık. Gözlerimiz doluyor, heyecanlanıyorduk. Bu fırtına öyle başladı içimde. O şair, ben tiyatrocu… 12 yıl sonra da bu hissettiğim şeyleri seyirciye aktarmalıyım diye düşündüm. Onun şiirlerinden oyun yapacağım dedim. Şiirden oyun yapıldığı olmamıştı daha önce. Adını da koydum ‘Kerem Gibi’. Bir şiir oyunu yapacağım ve Nâzım orada hayatını anlatacak. Hatasıyla, sevabıyla yani onu insan yapan kusurlarıyla… Tüm zaafıyla kendini ortaya koymuş biridir Nâzım ve bu tarafı da beni çok etkiliyor. Kendim bir kelime bile eklemeden tümüyle onun şiirlerinden bir oyun yaptım. Bu oyun çok sevildi. Kerem Gibi, onun için yaptığım ilk oyundu. O zamandan bu güne 6-7 oyun daha yaptım Nâzım’ın şiirlerinden. Yaşamaya Dair, 7 yıldır devam ediyor. Her oyun tıklım tıklım. O kadar seviliyor ki…

Adınız anılınca hep Nâzım’dan da bahsedilir oldu.

Onun sesi olduğumu hissediyorum. Onun sözcüsü oldum. Artık ruhen de birbirimize yaklaştık. Her seferinde şiirlerini farklı söylüyorum, farklı duygularla okuyorum. Onun şiirlerine doyamıyorum.

Oyunda ‘Büyük balık küçük balığı yutar’ hikâyesi var. Brecht ilgisi nasıl başladı?

Evet. Köpek balıkları İnsan olsaydı hikâyesinde iki paragrafta tüm hayatı, tüm düzeni topluyor, anlatıyor. İnsanlar arasındaki sınıf ayrımı nasıl olmuş, büyük balıklar küçük balıkları nasıl yemişler? Hayatta da aynı şey var; büyük insanlar küçük insanları yemektedir. Daha kültürlü ve uygar biçimde aynı şeyleri yapıyorlar.

Brecht, Nâzım’dan daha önce benim hayatıma girdi. Serüvenim 1965 yılında Arturo-Ui’nin Önlenebilir Yükselişi adlı oyunla başladı. O zamandan bu zamana kadar devam ediyor. Bu yazarlar benim hep hayatımda oldu, beni hiç bırakmadılar, ben de onları bırakmadım. Aziz Nesin de öyle. İlk 1973’te var ve halen devam ediyor. Arada giderim gelirim, başka oyunlarını yaparım ama şimdi 60.yıl için hepsini bir araya getirdim. Can Yücel’le de 2000 yılından beri devam eden bir ilişkimiz var.

SAdece bir kez sHAKESPEARE oynadım, ona borcum var

Şimdi Shakespeare de dâhil oldu. Çünkü ona karşı bir borcum olduğunu hissediyorum. Bu oyunu hazırlarken Shakespeare’den neden daha fazla oyun oynamadım diye sordum kendime.

Ben de aslında size bunu sormak istiyordum. Neden oynamadınız?

Kadro meselesi. Hele bugünlerde daha önemli bu mesele. Yetişmiş, tecrübe açısından belli bir yere gelmiş, beraber eşit karşılıklı oynayabileceğimiz düzeyde oyuncularla kadro oluşturmak neredeyse olanaksız. Çok yetenekli oyuncularımız var aslında. Onlar da ya televizyonu tercih ediyorlar ya da ödenekli tiyatroları. Ömür boyu çalışmasalar bile maaş alıyorlar. Özel tiyatroda böyle sağlam bir gelir yok. Bu nedenle oyuncu bulmak çok zor oluyor. Tecrübe çok önemli. Oyunculuk öyle bir meslek ki, okulda bir takım şeyler öğrenirsiniz ama o işin başlangıcıdır, gerisi sürekli oynaya oynaya oluşur, olgunlaşır.

Shekespeare’in hangi oyunlarını oynamak isterdiniz?

Kral Lear, Venedik Taciri, Atinalı Timon oynamak istediğim oyunlardı ama bundan sonra öyle bir olanağım olur mu bilmem..

Ben oynadığınız bir Shakespeare oyunu hiç hatırlayamıyorum. En son ne zaman oynamıştınız?

Profesyonel tiyatroda 1 defa oynayabildim. 1963 yılında Otello’da İago rolünü oynamıştım. Ondan sonra bir daha kısmet olmadı. Çok zor. Aslında Aziz Nesin ya da Nâzım için yaptığım gibi bütün oyun baştan sona Shakespeare yapıtlarından oluşsun istedim. Ama onu beceremedim. Kurgusunu oluşturamadım. Bazı şeyler bazen tutmuyor. Dedim bari bu yılki oyunun beşte birini Shakespeare’e ayırayım o da 60. yılda benimle olsun.

KUSURU GÖRÜP ELEŞTİRMEK BENİM ASIL GÖREVİMDİR

Sosyal medyadaki paylaşımlarınızda hep tepkilerinizi dile getiriyorsunuz ve iktidarı eleştiriyorsunuz. 60 yıldır hiçbir zaman iktidarın tarafında olan biri olmadınız. Zor olmadı mı bu?

Biz muhalif tiyatro yapıyoruz. Başından beri politik tiyatro yapmak demek muhalefette olmak demek. Kim iktidara gelirse gelsin onu eleştiririm. Kimseyi %100 destekleyecek kadar kimseyi benimsemedim. Kusuru görüp eleştirmek benim görevim. Ezilenlerin, derdi olanların yanında olmak…Yetişemiyorum bazen. Bazen çok aktif olabiliyorum özellikle sosyal medyada. Bazı dönemler oluyor kırgınlık ve kopma oluyor. Özellikle bu kırgınlık ve kopma 24 Haziran seçimlerinden sonra çok yoğun oldu. Bir şeyleri değiştirmek için elimden geldiği kadar muhalif olarak çalıştım. Her fırsatta sosyal medyadan paylaşımlar yaptım seçimlerde bir şeylerin değişmesi için. Ama seçimlerden sonra çok büyük düş kırıklığı ve küsme oldu. Bu yenilgiyi kolay atlatamayacağım diye düşündüm. Neden bu kadar umut bağladım bilmiyorum. Çünkü her şey belli, düzen belli. Baştaki insanlar her şeyi kontrol altına almış. Adalet ve her şey ellerinde. Ne bekliyorduk ki? Muhalefette görmediğimiz bir cevvallik vardı. İnandırdılar ama fos çıktı. O geceyi kabul edemem. Milyonlara ümit verdiler, kitleleri peşlerinden sürüklediler. Sonra çıkıp ‘şöyle oldu, böyle oldu’ deyip bahaneler sundular. Bir gecede inanırlıklarını kaybettiler. Adam ortadan kayboldu. Sorun seçimi kaybetmesi de değildi. Sorun davranışlarındaydı. Çıkıp o gece bir şey de! Neden olmadığını anlat ama yok o, ortadan kayboldu. Onun üzerine birkaç ay bir şey yazamadım. İçimden gelmedi. Sosyal medyada turnelerimle ilgili fotoğraflar paylaştım, haber veriyorum ama politik olarak bir şey söyleyemem dedim. Artık ne söyleyeceğim dedim.

Dostlar Tiyatrosu kitap olabilir

Özel hayatınız da hep gözlerden uzak.İnsanlar hayran olduğu kişinin biyografisini merak ederken hayatında ne olduğunu da merak eder.

Aslında benim de bu için bir planım var. Ne kadarı gerçekleşir bilinmez ama Dostlar Tiyatrosu hakkında bir kitap düşünüyorum. Bir de kendi anılarımla ilgili bir kitap… Üniversite çevresinde sempozyum tarzında bir şey düşünülüyor. Tabii bunlar daha çok yeni, konuşuyoruz. Hem benim 60 yılım hem de Dostlar Tiyatrosu’nun 50 yılı gibi… Sergi ya da belgesel film de olabilir. Düşünüyoruz ama hepsi henüz tasarı halinde.

60 yıllık meslek hayatınız boyunca birçok dönemi gördünüz. Olduğumuz  dönemi geçmişe göre nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı şeyler eskiden çok heyecanlıydı. Biz de gençtik. İlk TİP (Türkiye İşçi Partisi) hareketi çıktığı zaman büyük bir umut oldu. Türkiye’de bulunan tüm sol potansiyeller o hareketi destekledi. Bütün soldan insanların desteklediği hareket oldu. İlk seçimlerde meclise milletvekili soktular. 6-7 tane milletvekili o meclisin altını üstüne getirdi. Çetin Altan, Behice Boran, Mehmet Ali Aybar… Bir avuç solcu milletvekili meclisin kaderini değiştirecek kadar hareketli oldu. Oradan hareket devam etseydi Türkiye’nin solu çok farklı olurdu. Emperyalist güçler bunu fark ettiler. Bunun nereye gideceğini gördüler ve hemen bir ayrım, bölünme gerçekleştirdiler. Ondan sonra solun tarihi maalesef bölünmeler tarihi oldu. Ben TİP çizgisinde kaldım. Her zaman o politik çizgideydim. Öbür çizgilere sempatiyle yaklaştım. Hiçbir zaman karşıma almadım. Hep şöyle düşünüyordum: Biz tiyatro olarak bu bölünmüşlük içinde ortak bir çizgi tutturmalıyız. Hepsinin kabul edeceği ortak doğruları savunmalıyız ki bütün sol bizi desteklesin. Beraber olalım, birleşme olsun. Nitekim bölüne bölüne bitti… 

Dünyada  sağcı , milliyetçi politikalar yükseldiği gözlemleniyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz bunu? 

Özellikle göç konusuna bağlı olarak bütün zengin ülkeler yoksullardan rahatsız. Afrika’dan olsun Ortadoğu’dan olsun artık yoksullar dayanamıyor. Açlık var… Yoksa kim göze alabilir. Bir insan artık çoluğunu çocuğunu sırtına alıp öleceğini bile bile patlak botlara binip denize açılacaksa oradan geçip karaya gidecekse, bütün bunları yaşayacaksa bile bile yapabilir mi? Ama başka çaresi yok. Yeryüzünde öyle büyük eşitsizlik var ki. Artık o insanların başka çaresi yok. Gidiyorlar öbür dünyanın rahatını kaçırıyorlar. Bizi de onları engelleyecek duvar olarak görüyorlar ve para veriyorlar. Öbür hükümetler bize diyor, bunlar bize gelmesin biz sana parasını veririz diyerek kullanıyor. İnsan hayatı üzerine yapılan çirkin hesaplar bunlar. Oradaki insanlarda da, Amerika dahil, yabancı düşmanlığı başlıyor. Onlar gelirse benim düzenim bozulacak diye düşünüyorlar. Bu yüzden sağcı milliyetçi politikalar yükseliyor. Ülkelerde bu tür yabancı düşmanlığı başlıyor.

“Belkide seçim öncesi taktiğidir ama Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e reva görülen muamele kabul edilemez “

Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e yapılanlar hakkında ne söylemek istesiniz?

Son günlerde iktidarın saldırganlığı giderek artıyor. Belli ki seçim öncesi böyle bir taktik benimsenmiş. Hem yandaşları bir arada tutmak, hem de ekonomik felaketi örtbas etmek, dikkati başka tarafa çekmek için uygulanan bir politika bu. Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’e reva görülen muamele kabul edilemez. Ardından gelen Fox TV, Halk TV cezaları da gösterdi ki artık muhalefete geçit yok. Sıkıyönetim ya da OHAL ilan edip, açık açık, “seçimlere kadar ülkede muhalefet tümden yasaklanmıştır” deseler de rahatlasak bari. Bu hırçınlığın ters tepmesini, insanların biraz olsun gerçeği görmesini bekliyorum. Başka çıkar yol yok.

Medyanın  %98’si iktidara belinden bağlı.  Kimse gerçek fikrini söyleyemiyor. Bir de sanatçılara “aynı gemideyiz dedirtmeye çalışanlar” var.

Çok büyük korku var. Bu iktidar büyük bir korku imparatorluğu yarattı. Nazi Almanya’sı diyeceğim, çok benziyor uyguladıkları taktikler. Mesela yalan söylemiyor, 20 defa söylersen inanırlar. Hitler döneminde de böyleydi. Bile bile yalanı söyleye söyleye artık ‘Aa bu doğru’ diyorsun. İnsanları, sanatçıları aç bırakıyorlar. Kara listeler yaptılar televizyonlarda bunlara rol vermeyin diyorlar. Devlet ve Şehir Tiyatroları’ndan atıyorlar. Akademisyenler bir yere imza attı diye, yıllarca emek verdiği kariyeri sonlandırıyor. Yaptıkları hiçbir şey yok hâlbuki bu insanların. Yurtdışına gitmek istiyorsun ama pasaport vermiyorlar. Açlığa mahkûm ediyorlar seni. Bu koşullarda, bizi de mesela üniversitelerin salonlarına sokmuyorlar. Yavaş yavaş kapıların kapandığını görüyorum. Biz özel tiyatroyuz. Yardımı kesti. Olsun. Sponsorumuz da korktu çekildi. Bu insanlara öyle bir korku yaratıyorlar ki… Biz seyircimize güveniyoruz. Barış Atay Türkiye’de sahneye çıkamaz hale geldi. Başka arkadaşlar yurtdışına gitmek zorunda kaldı. Orada açlıkla boğuşuyorlar. Üzerimize yıldırımlar düşmesin korkusu var. Gezi olaylarında muhalif çizgisini gösteren insanlar da sonradan döndü. Çünkü kulakları çekildi. Bu durumda konser verecek salon bulamayabilirsin. Fazıl Say’ın açık hava tiyatrosunda konserleri engellendi. Herkesi öyle korkutmuşlar ki… “Kendimizi inkâr etmeyelim ama ne olacak canım biz de aynı gemideyiz” diye laf arasında bir şeyler söyletiyor ve sonra onu manşete çıkarıyorlar. Bunlar böyle alçak ve satılmış basın. Seni de çok güzel kullanıyor. Söylemesen bile kullanacak, söylettiriyor.Artık bu tuzakları anlamak lazım. Saraya kabul edilenlere bütün kapılar açılıyor. Yalnız onlara değil ailelerine de kapı açılıyor.

“Oynatmak istedikleri role bakıyorum, bunu ben bile izlemeyeceğim diyorum. İzlemeyeceğim bir şeyi nasıl oynarım, seyirciye nasıl izletirim? “

Sizinle ilgili hep merak edilenlerden biri de neden tv de yer almadığınız..  Artık internet dizileri var. Onları nasıl buluyorsunuz?

Ben televizyonda sadece bir kez Keşanlı Ali Destanı’nı 3 bölümlük bir mini dizi yaptım. Onu yönettim ve oynadım. Ondan sonra televizyona için bir şey yapmadım. Söyleşilere çıkıyorum. Eskiden her yeni oyunu TRT gelir çeker, bizi çağırır, röportaj yaparlardı. Şimdi mümkün mü? Bizi asla oralara çıkarmıyorlar. Geçen sene BluTV için ‘7 Yüz’ diye bir şey yaptık. Sadece bir bölüm oynadım. Vaktim yok aslında. Gelen teklifler oluyor ama ben istemiyorum. Oynatmak istedikleri role bakıyorum, bunu ben bile izlemeyeceğim diyorum. İzlemeyeceğim bir şeyi nasıl oynarım, seyirciye nasıl izletirim? Belki müthiş bir proje olur, oynayacağıma inandığım bir rol olur ve onu gerçekleştirmek için elimden gelen her şeyi yaparım diyorum. 7 Yüzde  öyle bir şey olmuştu mesela. Bir bölümdü. Sonuçta en fazla 10 gün içinde çekilecek bir bölümdü. Senaryoyu beğendim. Yönetmenle tanıştım ve bu kişiyle anlaşabilirim dedim. Ama her şey şu an çok düzeysiz. Televizyon için aptal kutusu diyorlar ya doğru. Geniş kitleye seslenebilmek için zeka ve eğitim düzeyini asgari düzeyde tutmanız lazım onlara kendinizi beğendirmek için. Bunu yapamam.

Sinema?
Elimden geldiği kadar ona da uymaya çalışıyorum. En son Çağan Irmak ile Prensesin Uykusu filmini yapmıştık. Sonra 1- 2 teklif daha oldu ama üzerinde konuşulacak ciddiye alınacak projeler değildi.

Özeleştiri yapmanız gerekirse, kendinizde beğenmediğiniz neler var?

Mesela eğitim… Eğitim vermek isterdim. O kadar yoğun bir program var ki. Şu an 4 tane değişik oyunu dönüşümlü olarak her gün her yerde oynuyoruz. Çok vakit alan bir iş. Turnelerimiz var. Birebir oyuncu yetiştirmek, yapamadığım bir şey oldu. Dostlar Tiyatrosu’nun ilk on yılında 15-20 kişilik kadromuz vardı. Orada 6-7 eğitmen vardı. Ben de gidip sahne dersi veriyordum. Şimdiki tiyatro tamamen benim üstümde olduğu için öyle bir kadrom da yok, vaktim de yok. Aslında çok davet aldım. Tiyatrolardan, okullardan teklifler geldi. “Gel ders ver” dediler, “Söz vereceğim sonra provam olacak, turnem olacak. Onları aksatmak istemiyorum” dedim.

Sizin için oynamak her şeyden daha önemli o zaman?

İnsan en iyi bildiği şeyi yapmalı. Ben oyun bulmak, oyun seçmek, oynamak, çevirmek, uyarlamak, sahneye koymak için varım. Esas ve en iyi becerdiğimi düşündüğüm işler bu.

Bu enerji için nasıl çalışıyorsunuz? Özel bir çalışma yapıyor musunuz?
Yıllardır spor yapıyorum, yüzüyorum. Haftada 4 gün yapmaya çalışıyorum. Onun dışında dinlenmek ve uyumak çok önemli. Vitaminler alıyorum, kilomu devamlı kontrol etmem gerekiyor. Kendime bakıyorum.  Aslında yemek yemeyi çok seviyorum ve kendime dikkat etmezsem hemen kilo alabilirim.

‘Merhaba’ Ocak programı

5 Ocak Cumartesi -Kenter Tiyatrosu’nda-Saat 20.30
8 Ocak Salı -Caddebostan Kültür Merkezi’nde-Saat 20.30
12 Ocak Cumartesi -Kenter Tiyatrosu-Saat 20.30
19 Ocak Cumartesi -Kenter Tiyatrosu-Saat 20.30
22 Ocak Salı Kadıköy Halk Eğitim Merkezi’nde saat 20.30
24 Ocak Perşembe Mall of İstanbul MOİ Sahne-Saat 20.30
26 Ocak Cumartesi Kenter Tiyatrosu-Saat 20.30
30 Ocak Çarşamba- Avcılar Barış Manço Kültür Merkez-Saat 20.30