Nerede dizi dizi alüminyum tabutlar görsen… Bil ki orada bir ihmal, alçaklık, affedilmez bir kabahat, katliam vardır. Onlar; bir gece önce aileleriyle yemek yemiş gençler, düğüne gitmiş kişiler ya da küçük elleriyle bulaşık yıkamış çocuklardır. Kimse görmek istemez zaten… Yanmış, parçalanmış, havaya saçılıp toplanmışlardır… Nerede alüminyum bir tabut görsen… Kimisi de boştur! Sanki içinde olması gereken hiç olmamıştır!

•••

Nerede sıra sıra siyah kallavi araçlara tanık olsan…

Yurt faciasının yaşandığı ve 11’i çocuk 12 kişinin yandığı Aladağ’da mesela… Çocuklarını gömmek için 8 kilometre yol yürüyenlerin yanından geçen… İşte orada, işbirlikçiler, katiller vardır. Kötü bir film gibidir ülken, ucuz bir polisiye… Katil mutlaka dönüp dolaşıp olay mahalline gelir!

•••

Nerede… Semboller…

Mavi takkeler misal… Tarikatlar, Nurcular, Menzilciler, Süleymancılar…

Bakarsan… Kaba, koca elleriyle çocuk tabutlarını tutan ikiyüzlüleri görürsün…

Peşlerinden gidersen; ahşap çıkma katları, kaçak, ruhsatsız yapıları, iptidai kirişleri, ucuz çirkin halıları, kilitli kapıları ve parayla pulla, sahte imanla cennete gitmeyi uman şarlatan ruhları seçersin. Ararsan… ‘Namussuz olmasınlar diye’ üzerlerine kilitlenen kapılardan uçan melekleri de bulurusun!

•••

Nerede çamurlu bir ayakkabıya, eski, yırtık lastik bir pabuca ve onun izine rastlasan… Anla işte… O alüminyum tabuttaki yoksulun yoksul yakınıdır. Anacığı, babacığı, amcasıdır!

Nerede “Kaderdir” diyen birini duyarsan…

Bil ki o da yalancıdır. Ona buna tevekkülü satıp kendisi, eli, dili, beli yağda, yağ içinde yüzendir.

Kendi çocuğuna yoğurdun organiğini yedirip, paltonun kaşmirini giydirirken, sana bana kefenden don biçendir!

•••

Nerede bir yayın yasağı işitirsen anla ki…

Kim bakacak ulan yanmış çocuğa, bombanın parçaladığı bacağa? Kim çekip gösterecek?

Nerede bir yayın yasağı varsa… Orası Türkiye’dir işte! Daha doğrusu Türkiye, içinden lağım geçen paslı bir borudur şimdi. Yamamakla, sıvamakla, o paslı borunun ötesinden berisinden fışkıran pislik kapanmaz. Zaten her şey ortadadır. Zaten o lağımın tamamen patlamasına ramak kalmıştır!

•••

Nerede bir katliam, bir yangın, parçalanmış beden, istismar edilen çocuk ve bolca sıra sıra alüminyum tabut görürsen…

İşte o görüntü… Ya IŞİD’in bombası ya Süleymancının sömürüsü ya da Kuran Kursu’nun, imam hatip okulunun, ‘bilmem ne yatılı yurdunun’ çıkmış çivisidir.

•••

Anla ki… Alüminyum tabutta yatanın, ülkede birbirinin içine geçmiş din, devlet ve istismar işleriyle ilgisi vardır.

Kimse… Zamansız ölüme, evladını yitirmeye, yoksulluğa layık değildir. Bil ki meselenin özü; bil ki meselenin çoğu, ekmek gibi su gibi ihtiyaç olan laikliktir!

***

Tarikatlar, tabu ve mavi takke

Yurt faciasının yaşandığı Aladağ’da gerçekleşen cenazeler ve burada ortaya çıkan ayrıntılar Türkiye’nin tarikat örgütlenmesi hakkında bilgi de veriyor. Türkiye’nin siyasal İslam’ın kucağına düştüğü 1950’ler artık Süleyman Hilmi Tunahan’ın da müritlerinin rahat bir biçimde ve gizlenmeye gerek duymadan nefes almaya başladığı yıllar olarak dikkat çekiyor. Tunahan’ın, Süleymancılar Tarikatı, o öldükten sonra da yoluna büyüyerek devam ediyor. Mavi takke, Süleyman Hilmi’nin adeta alametifarikası. Hayatı boyunca aynı renk namaz takkesi kullanıyor. Bu durum cemaatin en belirgin özelliği oluyor. Öte yandan Süleymancılar, kendilerine Süleymani demeyi uygun buluyor. Tarikat üyelerinin hiçbir zaman jean pantolon giymemesi yine belirgin özelliklerinden biri. Daima kumaş pantolon ve sıklıkla takım elbise giyiyorlar. Dua esnasında da farklı davranışlar gösteriyorlar. Elleri ve avuçları bitişik oluyor. Detaylar, tarikatların liderlerini nasıl bir tabu haline getirdiklerinin de resmi. Süleymancıların mavi takkesi gibi Nurcuların da şifrelerinin olması ve bunun liderleri Saidi Nursi’den gelmesi, ‘tabulaştırma’ meselesini anlatıyor. Said’i Nursi, çayı limonlu içtiği için bütün müritleri de bunu tercih ediyor.

***

Erdoğan’ı anlamak kolay da…

Yıllardır, ‘kısa mesafeye müşteri alan taksici gerginliğindeki’ Tayyip Erdoğan’ı artık yol tereddütleri çerisinde de izliyoruz. Nereye varmak istediğini, nereden çark edeceğini, ne kadar zaman içinde döneceğini kestiremiyoruz. Dışarıda, kimse onun söylediği sözün üzerinde durmuyor, önemsemiyor, ciddiye almıyor. İçeride ise ülkenin kimyası, sosyolojisi, ekonomisi onun sayesinde allak bullak oluyor. Konuştukça… Ülkenin şifreleri birbirine giriyor. Sosyal ve ekonomik huzursuzluk taksimetredeki fiyata dâhil. Kurulmak istenen sistemin bir panzehir değil düzeni altüst edecek bir model olduğunu fark etmek zor değil. Başkanlığın lafı bile yetiyor. ‘Uzlaşma’ meselesinden sonra dahi doların ateşinin sönmediği bilakis arttığı görülüyor. Ülkede ölüm, cinayet, sosyal eşitsizlik, güvenlik kaygıları bulunurken sanki en önemli mesele gibi ‘Başkanlık’ ısıtılıp ısıtılıp önümüze getiriliyor. Türkiye tel tel dökülürken, sorunun Erdoğan’ın beka meselesi olduğu anlaşılıyor. Onu ve yolunu bu açıdan değerlendirmek zor değil. Esas sorun ‘ne yediği, ne içtiği’ belli olmayan AKP tabanını anlayabilmek. Çünkü ülke çökerken, bir lidere aşkla bağlı olmayı sadece fanatizmle ilişkilendirebilmek mümkün değil!