Yeni olan her şeyin insanlık için yeni bir umut, yaşama dair yeni bir motivasyon ve en nihayetinde bir mutluluk getirdiğini herkes kendi deneyimlerinden bilir. Yılbaşı kutlamalarının tarihi neredeyse insanlık tarihine yaklaşır. Her toplum kendi özgün kültürüne, geleneğine göre bugünü kutlasa da yeni yıl tüm dünya insanlığı için yeni bir umudu, yeni bir başlangıcı temsil eder. Tam da böylesi bir günü yine bir katliamla geçiren Türkiye ise bu yıl yeni bir yıla giremedi. Çoğunluğumuzun temennisi 2017’nin 2016’dan farklı bir yıl olmasıydı… Herkes kelimenin tam anlamıyla yeni bir yıl isterken, buna da izin verilmedi. Olağanüstünün olağanlaştığı ülkemizde hala 2016’yı yaşıyoruz…

Cumhuriyet’ten Ergin Yıldızoğlu bu haftaki yazısında içinde bulunduğumuz şiddeti doğrusal/fiziki, yapısal ve simgesel olarak sınıflandırmış. Çok doğru buluğdum bu sınıflandırmaya dayanarak dört bir yanımızı saran bu şiddetin fiziki (ölüm, yaralanma, korkutma) ve simgesel (hedef gösterme, medya gücü, kışkırtma)hallerinin üzerine nasıl bir ekonomik şiddet yaşadığımızı göstermeye çalışacağım.

Hatırlanacağı gibi 2001 kriziyle birlikte ekonomi bir dip noktasına hızlı bir düşüş yaşamış, krizin tüm nüfus üzerinde yarattığı ekonomik sıkıntı ve mutsuzluk, yeni bir yıl olan 2002 ile yerini yeni umutlara bırakmış, fakat ne var ki hiç bitmeyecek bir neoliberal ve gerici dönüşümlerle bu umutlar teslim alınmıştı. Yaklaşık 15 yıllık bir süredir, 15 yıl öncesinin gerisinde bir yaşam standardı sürdürüyoruz. Daha pahalı bir hayat, daha az ve daha kalitesiz işler, daha kötü konutlar, yüksek kiralar, yüklü elektrik-doğalgaz-kömür…

İlköğretimden başlayan ‘okuyabilecek miyim’ kaygısı, üniversiteye girebilen ‘şanslı azınlık’ta gelecek kaygısı şeklinde devam ederken, işe girebilen daha az bir kesimde yaşam kaygısına dönüşerek tüm hayat boyu bir mutsuzluğu üretir olmuş. Sokağa adım attığımız anda bir tüketim tahakkümü altına girmişiz. Yola para, okula para, ilaca para, iki çift laf etmek için içilen tek bir kahveye 10 lira… Önceki günün açıklanan ve hatta beklentinin de üzerinde gelen aralık ayı yüzde 8,53’lük enflasyon rakamı sizi aldatmasın… O kadar şanslı değiliz. Keza iki senede aldığımız ekmeğin fiyatındaki artış %30 olurken, etin ve yumurtanın fiyatı yüzde 50, zeytinyağının yüzde 148, giyim ürünlerinin fiyatı da yüzde 35-40 arası bir artış yaşadı. Sadece iki senede…

Öte yandan resmi açıklamalarla asgari ücrete yüzde 8 zam yeterli görüldü; 104 liraya denk geliyor. Bu 104 liranın 100 lirası, OHAL bahanesiyle zorunlu BES uygulaması gereği maaşlardan çekilecek. Bu haliyle enflasyon karşısında epey bir gerideyiz. Vergi dilimini de hesaba kattığınızda 2017’ye reel ücretlerde ciddi bir erimeyle giriyoruz.

Şiddetlenen geçim sıkıntısı yılın ilk günlerinden kendini gösterirken, bir de işin içine elektrik kesintileri girdi. Karanlığa ve soğuğa gömüldük. Uygulanan enerji politikalarının bir sonucu olarak, fiyatı fahiş düzeylere çıkan elektriğin doğalgazda da meydana gelen sıkışmayla birlikte ortaya çıktığını belirten Elektrik Mühendisleri Odası, BOTAŞ’ın elektriği üreten santrallara gaz veremediğini açıkladı.

Halkı derin bir geçim sıkıntısına, karanlığa iten, 21. YY’da ısınmaktan bile alıkoyan bu durumun tek tek her alanda uygulanan politikalar sonucu olduğunu görmemek mümkün değil. Enerji politikası, istihdam politikası, ücret/borçlandırma politikaları, özelleştirme politikaları… Tüm bu politikaların sonuçlarını yaşıyoruz. Diğer bir yandan siyaset alanında yaşananların da doğrudan ekonomiye etkilerini izlemekteyiz. Kamu kurumlarının gereği gibi çalıştırılmaması, yozlaşması, denetlenmemesi; ülke çoğunluğunun hiçbir iradesine, çıkarına, huzuruna uygun olmayan açıklamalar, savaşçı söylemler, linç kültürünü besleyen kışkırtmalar, ölümleri normalleştiren, bireylerin yaşamını siyasi çıkarların birer aracı haline getiren stratejiler her gün içinde bulunduğumuz ekonomik-siyasi-toplumsal yani bir yaşam krizini körüklüyor.

Kendi can güvenliğimizi evlerimizde kalarak sağlayabildiğimizi düşünerek elbette bu krizden çıkamayız. Yok sayarak, görmezden gelerek, normal yaşamımıza devam ettiğimizi düşünerek asla bu çemberden kurtulamayız. IŞİD de dahil tüm fiziki saldırıların neden ülkemizde bu boyutta yaşanıyor olduğunu düşünmeyerek, ekonominin neden en dip yaptığı ülkelerden biri olduğumuz sorularını görmezden gelerek bu karanlıktan çıkamayız. Soruların yanıtları belli, yeter ki hep bir ağızdan soralım…