İktidar medyasının ‘altmış yıllık rüya gerçek oluyor’ diye müjdelediği Akkuyu Nükleer Santralı’nın temel atma töreni önceki gün gerçekleştirildi. İddia o ki, nükleer enerjiye kavuşan Türkiye daha güçlü olacak. Altmış yıl önce de nükleerin dünyayı kurtaracak güç olduğu söyleniyordu. Bu sevda yolunda meydana gelen faciaların en bilineni olan Çernobil’in etkilerini, otuz yıl sonra bile, Karadeniz’de rastlanan kanser vakalarında gözlemliyoruz. Japonya hala, 2011’de Fukuşima Nükleer Santralı’nda meydana gelen patlamayla çevreye yayılan radyoaktif maddeleri kontrol altına almaya çalışıyor. Reaktörlerin çevresindeki alanın ancak 40 yılda temizlenebileceği ve bunun da maliyetinin 100 milyar doları geçeceği belirtiliyor. Her iki felakette de yüzbinlerce insan yaşadıkları bölgeyi, evlerini terk etmek zorunda kaldı. Japonya, nükleer santralların geleceğinin olmadığını kabul etti. Almanya 2020’ye, İsviçre 2033’e kadar santrallarını kapatma kararı aldı. Dönüşü imkansız zararlar neticesinde nükleer gücün ucuz ve güvenilir olmadığı; aksine, yüksek maliyetli ve tehlikeli olduğu acı şekillerde deneyimlendi.

• • •

Nükleer santralların yapılması gerektiğini savunanların ilk argümanı ekonomik kalkınma! Dolayısıyla karşı çıkanların önüne de hep ‘ülkenin gelişmesini istemeyen vatan haini’ kartı konuyor. Bu, kendisi ve ülkesi için kıymetli olan bir değeri muhafaza etmenin kıyısından dahi geçmeyen bir muhafazakarlık anlayışıyla yola devam eden Türkiye’deki sağ-milliyetçi siyasetin pankartı gibi bir şey. Bunun yanında, Rusya doğalgazı keserse “tezek yakarız” diye kükreyen ‘vatanseverler’ bugün nükleer istemeyenlere rahatlıkla “tezek mi yakalım?” diye çıkışabiliyor. Akkuyu gibi dünyanın en güzel sahillerinden birini; tehlikesi belli, ömrü belli, kapatması açılmasından daha masraflı bir nükleer santral inşa ederek radyoaktif bir mezara çevirmek konusunda da bir sıkıntı duymadıkları gösterdikleri bayram sevincinden belli. Ancak olası bir nükleer kaza felaketinin kimseyi ayırdığı yok. Yaşamın devamı için enerji kaynaklarına ihtiyaç olduğu kimsenin reddettiği bir şey değil; ama bunun için, hele ki bizim gibi güneşi rüzgarı bol bir ülkede, alternatif güç kaynaklarına değil yönelmek, tartışılmasına fırsat bile vermemenin anlaşılır bir yanı yok.

• • •

Doğa çeşitli yerüstü ve yeraltı hareketleriyle, iklim değişikliğiyle kaynaklarını sorumsuzca kullanan ve tüketen insana patronun kim olduğunu defalarca kanıtladı. Aklını başına almış halklar gösterdikleri direnç ve kararlılıkla, devletlerin insani değil siyasi-ekonomik çıkarları doğrultusunda hareket etmeye teşne yöneticilerine engel olup toprağa, suya, havaya sahip çıkıyor ve hükümetlerini doğaya saygılı enerji kaynakları üzerinde daha fazla çalışmaya teşvik ediyor. Kaldı ki, her enerji üretiminin az ya da çok olmak üzere çevreye kaçınılmaz zararları olduğu konusu pek çok bilim insanının üzerinde hemfikir olduğu bir konu. Bu yüzden, doğaya en uyumlu yenilenebilir enerji sistemlerini bile kullanırken tasarrufa önem vermek ve doğayı insanın hizmetine girmiş; insanın beklentilerini sınırsızca karşılamakla yükümlü bir varlık olarak görmenin trajik sonuçları hakkında bilinçlenmek gerekiyor. Biz hala doğaya en az zararı verecek hangi yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelmeliyiz diye konuşacağımıza; pek çok felakete yol açmış pahalı ve tehlikeli nükleer enerjinin neden Türkiye için gerekli olup olmadığını tartışamıyoruz bile.

• • •

Nükleer santralların dünyadaki dağılımına bakınca bugüne kadar bizden başka kimsenin Akdeniz’de bu işe yeltenmediği görülüyor. Düzenli olarak soğutulmaya ihtiyaç duyan reaktörleri nisan ayında 20 derece sıcaklığa kavuşan deniz suyu ile soğutmaya çalışmak akla yatkın bulunmadı herhalde. Soğutma işlemi sonrası yüzlerce derece sıcaklığa kavuşan suyun denize bırakılacak olması da Türkiye’nin küresel ısınmaya eşsiz bir katkısı olacak. Öldürücü etkilerinin ortadan kalkması için yüzyılların geçmesi gereken radyoaktif atıkların depolanması ise belki de en önemli sorun! Üstelik atıkların yıllar içinde gömüldüğü yerde ne tür bir etkileşime gireceği tamamen kontrol dışı! Hal böyleyken ülkesini, gezegenini seven insanlar adına soralım; Putin’e sunulan Akkuyu’da nükleer santral açma, işletme ve ürettiğini de bize üç katı fiyatına satma fırsatı nasıl oluyor da Türkiye’nin rüyası oluyor?