AKP’nin MHP ile birlikte TBMM’ye sunduğu ittifak yasasına bakınca sormadan edemiyoruz. Girdiği her seçimden birinci çıkmakla övünen AKP niçin bu kadar korkuyor? OHAL hüküm sürerken, savaş rüzgârını arkasına almışken, medya ve akademi susturulmuşken, sokak abluka altındayken bu endişe neden? Onlar söylemez ama biz söyleyelim. Çünkü iktidar ne 7 Haziran ‘travmasını’ ne de referandumu unutabildi. Yenilmez olmadıklarının farkındalar, 16 Nisan’dan bu yana Hayır diyen tek bir kişiyi dahi ikna edemediklerini biliyorlar, o yüzden “cumhur ittifakı” adı altında ali cengiz oyunu çeviriyorlar. Görünürde seçim olsun, onun meşruiyetinden yararlanalım ama risk de almayalım diyorlar. Ama siyaset %50+1 hesabından büyüktür.

Hatırlayalım, 1912 sopalı seçimleri İttihatçılara yar olmadı; bilâkis hem kendilerini hem de memleketi felakete götürdükleri yolda bir kara leke olarak tarihe yazıldı. Şaibeli 1946 seçimleri CHP’ye belki bir dört yıl daha iktidar şansı verdi ama 1950 mağlubiyetini önleyemedi. Üstüne üstlük “muhafazakâr seçmeni çekme” adına atılan adımlar son kertede Demokrat Parti’nin işine yaradı. 12 Eylül öncesinde MC hükümetleri seçim süreçlerini manipüle etmek ve Ecevit CHP’sini oyun dışı bırakmak için her türlü yolu denedi ama hedefine ulaşamadı. Kenan Evren’in açıkça desteklediği MDP 1983 seçimlerindeki başarısızlığın sonrasında yok oldu gitti. Eğrisiyle doğrusuyla örnekleri çoğaltmak mümkün; masa başında havuz problemi çözmeye benzemiyor siyaset. Eğer Türkiye’nin muhalefet güçleri önümüzdeki süreçte doğru hamleler yaparsa bu oyunu bozar.

I. Barikatı şuraya koymak gerekir. AKP ve MHP’nin getirdiği düzenleme seçim güvenliği ve temsilde adalet ilkelerini ortadan kaldırmaktadır. Bu şartlarda yapılacak bir seçim daha sandık başına gidilmeden meşruiyetini kaybetmiştir. Neden mi? Çünkü bu teklifle 16 Nisan’da yaşanan rezaletin olası tekrarı “yasallık zırhına” sokuluyor. Sandık kurullarının mühürlemediği zarfları ve oy pusulalarını YSK’den gelmiş olması durumunda geçerli sayarak suistimalin önünü açıyor. İkinci olarak tek zarf uygulamasıyla seçmenin iradesi manipülasyona tabi tutuluyor. Üçüncüsü ittifaka oy verenlere pusulaya birden çok kere mühür vurma hakkı tanınarak haksız rekabeti körüklüyor. Bu adaletsizliği oy pusulasında resmileştirmektir. Bunlara sandık başkanlarının kamu personeli olma şartını, seçmen ihbarı ile sandık başına gelecek polisi, sandık taşıma işlemlerinin kolaylaştırılmasını da ekleyin. Tek eksikleri açık oy gizli tasnif!

II. İktidar blokunun adayı belli, seçim sürecini vesayet altına alma stratejisi ve taktikleri de öyle. Erdoğan sürekli olarak ‘muhalefet partileri de ittifak yapsın’ı zorluyor. Bu zamana kadar edindiği tecrübe seçenekler ikiye indiğinde kazanacağı yönünde. O nedenle muhalefet, seçimde son raunda kadar çeşitliliğiyle ve özgücüyle mücadele etmeli. Muhalefet bir yerde ortak davranacaksa orası seçime girme şartları olmalıdır. Bir başka ifadeyle, seçime dair sürecin yönetimini Saray’a bırakmamalıdır. Sözünü ettiğim siyasi hat üzerinde fikir olarak birleşilir ise aşamalı bir mücadele takvimi de çıkartılabilir. Yoksa oturduğu yerden %60 hayali kurmanın sonu hüsrandır.

III. CHP’den İyi Parti’ye, HDP’ten Saadet Partisine seçime girecek tüm muhalefet odakları seçime girmelerinin asgari şartlarını şimdiden açıklamalıdır. OHAL’in kaldırılması, mevcut ittifak düzenlemesinin geri çekilmesi, YSK’nın yeniden yapılandırılması için birlikte hareket edilmesi elzemdir. Bu başlıkların herhangi birinde başarılı olabilmek için üzerinde anlayış birliğine varılan noktalar etrafında her siyasal özne kendi kampanyasını örgütlemelidir. Hayır kampanyasında deneyimlediğimiz türden etkin bir mücadele süreci, iktidar blokunun halihazırdaki siyasi ortaklarını belki parçalayamaz ama blok etrafında yeni dizilmelerin önüne geçer ve bürokrasi-sermaye-siyaset arasındaki örtük çelişkileri açığa çıkarır.

IV. Sol muhalefet, merkez siyasetin “fincancı katırlarını ürkütmeme” refleksinin dışında kalmalıdır. Bunu yaparken felaket telalığına da, boş ümitlere de göz kırpmamalı, somut duruma uygun reçeteler önermelidir. Siyasal İslam’ı ve onda vücuda gelen militarist ve neoliberal saldırıyı memleketin her alanında püskürterek seçime hazırlanılmalıdır. Şeker Fabrikaları’nın sermayeye peşkeş çekilmesine karşı çıkmak da çocuk istismarına set çekmek de ancak böyle bir siyasi omurga üzerinde anlamlıdır.

V. Demokratik tüm araçların kullanılmasına rağmen şartlar değişmediyse tüm muhalefet partileri seçimi boykot etmeyi ve “sistemi” tıkamayı tartışmalıdır. Ancak bu elbette son noktadır ve o noktaya gidene dek kamusal varlıklarımızı ve demokratik-seküler direncimizi geri kazanmak, muhalif ama umutsuz kitleleri politikleştirerek mücadeleye katmak muhalefetin ortak sorumluluğudur.