RTÜK Üyesi İlhan Taşçı paylaşmış, TRT seçim kampanyası süresince Cumhurbaşkanı Erdoğan’a 181 saat, Muharrem İnce’ye 15 saat, Meral Akşener’e 3 saat, Temel Karamollaoğlu’na 1 saat, Doğu Perinçek’e 38 dakika, Selahattin Demirtaş’a ise 32 dakika süre ayırmış. İlginçtir ki, bir aday çıkarmayıp sadece Erdoğan’a desteğini açıklayan Hüda Par’a 1 saat 32 dakika ayrılmış. Yani Selahattin Demirtaş’ın üç katı, Temel Karamollaoğlu’nunsa 32 dakika fazlası.

Vergi öderken, ‘Ben Erdoğan’a oy vermedim, İnce’ye oy verdim, 12’de bir oranında az ödemeliyim, yahut Demirtaş’a oy verdim, 362’de bir oranında vergi ödeyeyim’ deme şansınız yok tabii. Ekranda bozulan eşitlik, nasılsa veznede yeniden kuruluyor. Kamu yayıncılığı böyle olunca zaten özel kanallarınki kıyas bile tutmuyor. Bugünkü seçimle ortaya çıkacak sonuçlar, onlar için de Türkiye’nin ne kadarına karşı mücadele ettiklerini bir kez daha görme fırsatı olacak.

Bu haftaki Köşe Vuruşu’nun konusu, “hepimizin vergileriyle finanse edilen TRT’nin hali seçimden sonra ne olacak?” sorusu.

TRT’nin tek sorunu seçim dönemi değil
Bir defa, seçim sonucu ne olursa olsun Dünya Kupası bitene kadar el mecbur izlemeye devam edeceğiz. Maçların devre arasında ve bitişinde ışık hızına yakın bir şekilde kanal değiştirme yetisi kazanmıştık, eğer seçim sonuçları umulduğu gibi çıkmazsa o konudaki rekorlarımızı yenileriz. Kupa bittikten sonra da artık, ekrana kılıç sallayan bazı cengaverlerin kanalı olmaya devam eder. Seçim sonuçları umulduğu gibi çıkarsa yapılacak çok şey var tabii. Ancak hepimiz biliyoruz ki, TRT’nin tek sorunu seçim döneminde yapılan yayın değil. TRT tam teşekküllü bir propaganda aygıtı olarak hareket etmekte. Her biri uzun metraj reklam filmi niteliği taşıyan yüksek bütçeli tarihi dizilerinden tutun, tartışma programlarına kadar her nüvesi tek bir amaca hizmet ediyor. En çok rahatsız eden kısmı da TRT’nin özel kanalların zaten girdiği ticari alanlarda, onlarla rekabet etmeye çalışması. Oysa kamu yayıncılığının prensibi, kamu yararı olan yayınları rating baskısı yaşamadan, kârlı olmasalar da yapabilmek olmalı. Tabii tarafsızlık gibi temel konulardan bunları tartışmaya pek fırsat olmuyor.

TRT’yi satalım vaadi
Bu seçim döneminde TRT konusunda en net vaat İYİ Parti’den geldi. İYİ Parti, seçim programında açık bir şekilde, “TRT islah edilebilir bir kurum olmaktan çıkmıştır. Toplumun ihtiyaçları dışında ve proje koşullarına duyarsız, kamu kaynaklarının ve milli gelirleri israf eden bir kuruma dönüştür. Her bir vatandaşımızın ve devletin sırtında büyük bir yük olan TRT’yi satacağız” ifadeleri yer aldı. Bu vaadin sorun tespit kısmı sorunsuz görünüyor. “Peki çözüm satmak mıdır?”
sorusu tartışılabilir bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Çünkü, TRT, AKP iktidarı döneminde iyice propaganda aygıtı haline geldiyse de geçmiş karnesi de pek öyle parlak değil. Meşhur TRT sansürü ve yasakları olsun, Özal döneminde büründüğü nitelik olsun her dönemin TRT’sinde çeşitli sorunlar mevcut. Sorunların zirvesinin bu dönemde görülmüş olmasının sorumluluğu da geçmişte iyi bir kurumsal yapıya büründürülememiş olmasında aranabilir. AKP döneminde ana akım medyanın kolayca kontrol altına alınması, 90’larda medya dışı sermayeyle iyice çürüyen sahiplik yapısının bir sonucuydu. Tıpkı onun gibi TRT için zamanında kararlıkla atılmayan adımların sonucu da bugünkü TRT oldu denilebilir. Çünkü TRT’yi kolayca kontrol etmek her iktidarın işine geldi. Bunun dozunu kişilerin insafına bırakmak hiç akılcı değildi.

TRT, güveni yeniden tesis etmek için cansuyu verebilir
Eğer bugün yapılan seçimden iktidar değişikliği gibi bir sonuç çıkarsa, medya açısından işler elbette bir günde düzelmeyecek. Ancak yeni iktidarın müdahale gücü açısından TRT’nin olası geçiş döneminde büyük önemi var. Çünkü geride kalan dönemin en büyük travması medyaya güvensizlik oldu. Türkiye’ye özel güvensizliğin ötesinde dünyada bile “sahte haber” ismiyle tanımlanan bir sorun var. Böylesi bir ortamda “güvenilir” bir model yaratmanın değeri çok büyük olacaktır. Eğer kamu yayıncılığı alanında BBC gibi örnekler iyi incelenirse, TRT, restorasyon sürecinin önemli bir enstrümanı olabilir. Nitekim İyi Parti haricindeki muhalefet partileri, “TRT’nin kamu yayıncılığını temel alan bir kuruma dönüştürüleceği” vaadinde ortaklaşıyor. Tabii bu yuvarlak ifadenin altını doldurmak büyük iş. BBC başta dünyadaki tüm modellerin iyi incelenmesi ve TRT’nin bir daha hiçbir iktidar döneminde bu hale gelmemesi için çok güçlü bir kurumsal yapıya büründürülmesi gerekiyor. TRT, hazır bu kadar dibe vurmuşken bunu fırsata çevirebilir.

İşin doğrusu şu ki, kimse kamu yayıncılığından öyle büyük bir gazetecilik hikâyesi beklemiyor. Gazetecilik bilakis bağımsız olmalı. Sadece devletten değil, medya dışı sermaye kıskacından da öyle. Çünkü devletten bağımsız olup da devletin kredi musluğuna bağlanmış bir medya da hepimizin gördüğü gibi bağımsız kalamıyor. Şu anki TRT’den hiçbir bir farkları yok. Yani kamu yayıncılığı iflas etti de özel yayıncılık yükseldi gibi bir durum söz konusu değil. Medya alternatif medya haricinde toptan çökmüş durumda. Eğer seçim sonuçları tüm bu çöküntüye ve eşit olmayan koşullara rağmen muhalefetin lehine çıkarsa, ilk tartışılan konu başlıklardan biri medya olacak. İşte o dönemde yayıncılığı düzeltmek için TRT’ye çok ihtiyaç var. TRT’yi AKP’nin yaptığı gibi parti bülteni haline getirmek değil, İYİ Parti’nin vaat ettiği gibi “satmak” da değil, sarımsaklayıp saklamak gerekiyor. Sarımsağın faydaları malum.