Öğretim görevlileri, öğrenciler, idari personel ve üniversitede çalışan işçiler nezdinde bu kuşatmaya herhangi bir yanıt üretilemezse, üniversitelerin 12 Eylül’ün yaptığından da ileri şekilde zapturapt altına alınması çok uzak bir gelecekte değildir

Bu ülkede hukukçuyum demek artık sadece bir utanma vesilesi...

Barkın Asal

TRTHABER sitesine göre, yılın ilk toplantısını 31.01.2017 tarihinde yapan Milli Güvenlik Kurulu, OHAL’in uzatılması yönünde 03.01.2017 tarihli bir tavsiye kararı çıkardı. 02.01.2017 tarihinde toplanan Bakanlar Kurulu sonrasında açıklamalarda bulunan Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un, “OHAL gerektiği kadar devam edecektir. Biz de isteriz ki yarın sabah kalksın. Bakanlar Kurulu’na gelmedi. Milletin bekası, normal zamanda yapamayacağımız bize güç veren bir mekanizma olduğu için OHAL’in bize vereceği destekler göz önünde bulundurularak değerlendirilecektir. Belki önümüzdeki Kurul’a gelir, bu hafta gelmedi.” demesine rağmen, MGK tavsiyesine uyularak, OHAL’in uzatılması yönündeki istem, Bakanlar Kurulunca bir sonraki gün (03.01.2017) TBMM’ye gönderildi. Aynı gün OHAL’in, Meclis tarafından 19.01.2017 tarihinden itibaren 3 ay süreyle uzatıldığını gördük. Cumhurbaşkanı riyasetinde, 02.01.2017 tarihinde toplanmış Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılan ama nedense farklı tarihlerde Resmi Gazetede ilan edilen (679-686) KHK’lar, öğretim görevlilerini “terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı olduğu gerekçesiyle” kamu görevinden müebbeden azletti.

Eski hikayedir: Adamın biri konuşma esnasında “[V]e Hazreti İsa, Dicle Nehrini kılıcıyla yarıp koyunlarını karşı kıyıya geçirdi” der; yanındaki arkadaşı ise “[B]en senin neyini düzelteyim? Bir kere Hazreti İsa değil, Hazreti Musa. Dicle Nehri değil, Kızıldeniz’i. Kılıcıyla değil, asasıyla. Koyunlarını değil, halkını.” diye cevaplar. Kurul halinde alınıp alınmadığı bir yana, toplanıp toplanmadığı bile meçhul organların yaptığı tasarruflar; OHAL dönemi KHK’ları ile yapılacak düzenlemelerin OHAL’e neden olan olayla sınırlı olması gerekliliği; alınacak tedbirlerin OHAL Kanunu’nda yer alması zorunluluğu; OHAL sonunda yürürlükten kalkacak KHK’larla düzenlenen tedbirlerin, tanım gereği geçici olması şartı; Anayasaya göre ayrıcalıklı iki meslek grubundan biri olan öğretim görevlilerinin, ancak üniversiter birimlerce görevden alınabileceği gerçeği; en önemlisi de masumiyet karinesine aykırılık... yukarıdaki söylenenlerle yan yana getirildiğinde bu hikayedekinden başka türlü yorumlanabilir mi? Bütün bunlara bir de, ilgili kişilerin “terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti, aidiyeti, iltisakı veya bunlarla irtibatı”nı tespit edenin, Anayasa Mahkemesi’nin 30.07.2008 tarih ve 2008/2 sayılı Kararına göre, “demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı” haline geldiği, Anayasa Mahkemesi’nin o günkü 11 üyesinin 10’u tarafından belirlenen, ancak yeterli çoğunluk sağlanamadığından hakkında kapatma kararı değil, hazine yardımından yoksun bırakılma cezasının uygulandığı bir partinin içinden çıkan hükümet ve ilgili kararın verildiği tarihin Başbakanı, şimdinin ise Cumhurbaşkanı olduğu eklenmelidir.

Ancak Üniversite sadece yapılmakta olan bu azillerle kuşatma altında değildir: 674 sayılı KHK’nın 49. maddesiyle, 2547 sayılı Kanuna ilave olunan Ek Madde 30’a göre1 “Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı (ÖYP) kapsamında 33. maddenin (a) fıkrası uyarınca araştırma görevlisi kadrosuna atanmış olup, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte araştırma görevlisi kadrosunda bulunanların statüleri herhangi bir işleme gerek kalmaksızın 50. maddenin birinci fıkrasının (d) bendinde belirtilen statüye dönüştürülmüş”tür. Bunun anlamı ÖYP’li araştırma görevlilerinin doktoralarının bitiminde, ilgili birimlerce tekrar statüleri 33. maddenin (a) fıkrasına döndürülmezse, kadrolarının düşeceğidir. Geçen 10 yılda Ankara ve İstanbul Üniversitesinden, İstanbul Teknik Üniversitesine birçok mücadelenin konusu olmuş olan güvencesiz çalıştırma böylece araştırma görevliliği konusunda tekrar ana istihdam modeli haline gelmiş gibidir. Son beş-altı yıl içinde, tarafgir olabilecek herhangi bir kurul önüne çıkmadan merkezi atama yoluyla münhal kadroları doldurmuş olanların böylelikle üniversite ile ilişiklerinin kesilmesi ihtimali ortadadır. Nitekim ilgili hüküm, daha şimdiden ülkenin önemli üniversitelerinde dahi bu şekilde uygulanabilmiştir.

Öte yandan, 676 sayılı KHK’nın 2547 sayılı Kanunun 13. maddesinde değişiklik yapan 85. maddesindeki “Devlet üniversitelerinde rektör Yükseköğretim Kurulu tarafından önerilecek, profesör olarak en az üç yıl görev yapmış üç aday arasından Cumhurbaşkanınca atanır. Bir aylık sürede önerilenlerden birisinin atanmaması ve Yükseköğretim Kurulu tarafından, iki hafta içinde yeni adaylar gösterilmemesi halinde Cumhurbaşkanınca doğrudan atama yapılır.” şeklindeki düzenleme, 12 Eylül’ün hiçe indirgediği rektör seçimini tamamıyla ortadan kaldırmıştır. İlgili üniversitenin öğretim üyesi dahi olmayan profesörlere rektörlük kapısını aralayan bu düzenlemenin ilk uygulamalarında YÖK tarafından yapılan basın açıklamasında “Bilindiği üzere Yükseköğretim Kurulu Üyeleri, geçtiğimiz günlerde rektör ataması yapılacak üniversiteleri gruplar halinde ziyaret etmiş, bu üniversitelerin öğretim üyelerinin yanı sıra araştırma görevlileri, idari personeli ve öğrencileri ile de ayrı ayrı görüşmüşlerdir. Üyelerimiz bu ziyaretlerinde ayrıca o ilin valisi, sanayi ve ticaret odası başkanları, kalkınma ajansı temsilcileri ile de görüşmüş, neticesinde bu temaslarını bir rapor haline getirerek Kurulumuza sunmuşlardır.” denmektedir. Böylece rektör atamalarında çoktan beri istenen, işveren kesimlerinin görüşünün sorulması olgusu halledilmiş olmaktadır. Bununla bağlantılı olarak, Anayasa Referandumundan “Evet” çıkması halinde “Partili Cumhurbaşkanı” modeliyle beraber “Partili Rektör” döneminin de açılabileceğini öngörmek çok da hatalı olmasa gerektir. Bu durumda, Rektörün idari amir olmak vasfıyla, kanunda yer alan birçok yetkisini nasıl kullanabileceği soru işaretlerine gebedir. Özellikle de bugün şahit olduğumuz atama yenilememelerinin hangi oranlara çıkacağını tahmin etmek hiç de zor değildir.

Sonuç olarak; öğretim görevlileri, öğrenciler, idari personel ve üniversitede çalışan işçiler nezdinde bu kuşatmaya herhangi bir yanıt üretilemezse, üniversitelerin 12 Eylül’ün yaptığından da ileri şekilde zapturapt altına alınması çok uzak bir gelecekte değildir. Ancak fay hatları çok derindir, son günlerde yaşananlar yine de iktidarın üniversitelerde o kadar da kuvvetli olmadığını, mücadelenin ise giderek güçlendiğini bize göstermiştir. “Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Hürriyet” diyenleri durdurmak çok da kolay olmayacaktır.

Dipnot
1 Sözkonusu KHK, 10.11.2016 tarih ve 6758 sayılı “Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamelerin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun” olarak yasalaşmış olup, bahiskonusu maddenin sıra numarası 44 olmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin 12.10.2016 tarih ve 2016/159 ve 2016/160 sayılı Kararlarında, Anayasa’nın 148. maddesinin birinci fıkrasındaki olağanüstü hallerde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesine dava açılamayacağı gerekçesiyle reddedildikten sonra, Anamuhalefet Partisinin yasalaşan bu KHK hakkında Anayasa Mahkemesi’ne başvurup başvurmadığı bilinmemektedir.